Eskimeyen Dost: Sahaflar
Ankaralı Sahaf Mustafa Türkoğlu ile kitaplar ve Berdelacuz Sahaf üzerine.
Henüz unutulmaya yüz tutmuş olmasa da içinde barındırdığı koleksiyonerlik aşkı, eski eserlere duyulan merak ve elbette çokça kitap sayesinde sahaflık; bir meslekten ziyade bir yaşam biçimini de betimler. Kıyıda köşede bırakılıp unutulmaya yüz tutan tarihî bilgileri, toplumun sosyal hafızasıyla buluşturan mekânlardır bir nevi. Bu özellikleri sebebiyle de kültürel mirasımızda önemli yerleri vardır sahafların.
Bilinen en eski kayıtlara göre; sahaf esnafının kuruluşu Bursa’da, XVI. yüzyılın başlarına denk gelmektedir. Bursa’dan sonra, Edirne’de de medreselerin artmasıyla birlikte, öğrencilerin kitap ihtiyacını karşılamak için sahafların açıldığı tahmin edilmektedir. İstanbul’da ise fetih sonrasında önemli eğitim kurumları açılmıştır ve bu sebeple kitap ticaretinin de arttığı bilinmektedir. Sahaf dükkanları şehirde, eğitim kurumlarına yakın olması sebebiyle, Beyazıt ve Fatih semtlerinde çoğalmaya başlamıştır.
Sahafların tarihimizdeki yerinden çok kısa bahsettikten sonra, bu kadim mesleği bir de icra edenlerden dinleyelim istedim. Bunun için Ankara Maltepe’de bulunan Berdelacuz Sahaf’ı ziyaret ettim. Sahibi Mustafa Türkoğlu ile sahaflığa dair konuştuk. Sizlerin de keyifle okuması dileğiyle.
Kendinizden ve Berdelacuz Sahaf’tan bahsedebilir misiniz biraz? Kaç yıldır bu işle meşgulsünüz? Ve tabii isminiz nereden geliyor?
Yaklaşık 16 yıldır bu iş ile meşgulüm ve Berdelacuz Sahaf’ın görünen yüzü benim. Arka planda destekçisi çoktur elbette, lakin gelen giden müşterilerimiz beni bilirler. 16 yıl içerisinde çok adres değişikliği yaptık, yapmak zorunda kaldık. En son adresimiz ise Anıttepe Mahallesi, Şehit Barış Kırıcı Sokak’ta. Ankara’nın Maltepe semtinde.
İsmimiz size biraz garip gelebilir. Çoğu insan, bu kelimeyi batı dillerinden zannedip, berdelacuzun c’sini ‘k’ olarak okuyor. Bazısı çok çok farklı okuyor ama en hüzün verici olan ise hiç okuyamayanların oluşu. Berdelacuz sözlükte kocakarı soğuğu olarak geçer. Eskiden mart aylarının sert geçtiği 11 ila 18 Mart arası tarihlere denk gelen, bahardan önceki haşin soğuklar, kocakarı soğukları olarak bilinir.
Dükkân ismine aile fertleri olarak ortak bir karara varamadığımız için şöyle bir yol izledik: Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Lügatı’ndan rastgele bir sayfa açıp, parmağımızın işaret ettiği sözcüğü seçtik. Gelin görün ki bu isim Ankara’ya da çok yakışan bir isim oldu. Malum, sert soğukları ile meşhur bir şehirdir Ankara, ta ki bu seneye kadar.
Peki sizden sahaflık mesleğini tanımlamanızı istesek?
Sahaflığı ben pek tanımlamak istemem. Daha önce de sorulduğunda bu şekilde cevap verdim, çünkü yaşım diğer sahaf ustalarımıza göre daha genç ve onların yanında büyük büyük “bence sahaflık şudur” demek bana biraz ayıp geliyor. Ama bu soruya cevap olarak, zamanında sahafların piri sayılan rahmetli Şeyh Muzaffer Ozak’ın bir sözünü paylaşıyorum ki bence hâlâ daha iyi bir tarifi yoktur: “Sahaflık, ölenlerin kitaplarını alıp ölecek olanlara satma sanatıdır”. Muzaffer Hoca kısa ve öz şekilde çok güzel tanımlamış. Tabii lügati tanımını isteyen herkes Hazreti Google’a sorup öğrenebilir.
Sahaflarla henüz yolu kesişmemiş genç okuyucularımız için soracak olursam; bir sahafla herhangi bir ikinci el kitap ya da eşya satıcısı arasındaki nüanslar nelerdir?
Çok iddialı bir cevap olacak belki ama sahaflar bilgiyi satarlar. Yani size bir kitap önerirken ya da sizinle bir kitap hakkında konuşurken çok farklı ama tamamen o kitap ile alakalı bilgiler verebilir. İlgilendiğiniz kitabın basıldığı matbaa ile ilgili bilgi verebilir, o dönemin koşullarını anlatabilir, yazarın bir hastalığından veya yazarın yazma ritüellerinden bahsedebilir. Ama bunu çoğu ikinci el kitapçıda ya da eskicide göremezsiniz.
Ne yazık ki işin içine ticari kaygılar da girince konu bir müddet sonra parayı ver, kitabı al şekline evriliyor. Yazar iyi mi? Bu yayınevi iyi mi? Bu çevirmen iyi mi? Bu sorular üzerine kimse düşünmüyor. Bu demek değil ki, biz mükemmeliz. Asla! Biz sahafların da aksi hâlleri ve hatta nemrut duruşları çoktur lakin gelen okuyucu bizi biraz bilip alttan alta işlerse, o buranın en iyi müşterisi olur, biz de onun güler yüzlü, anlayışlı hatta iyi indirimler yapan sahaf dostu oluruz.
Böyle örnekler hemen her sahaf için mevcuttur. Sıradan müşteri yok mu? Elbette var, çok var hem de. Şu kitap var mı diye sorup yok cevabını alır almaz çıkıp gidenler. Sahaf gezmesi yapan pek kimse kalmadı artık. Kimseyi de bunun için suçlayamam çünkü hayat gailesi herkesi meşgul etmiş vaziyette.
Ankara’da bu işi yapıyor olmakla, farklı bir şehirde ya da ülkede bu mesleği icra etmek arasında fark var mı sizce? Bir de deneyimlerinize dayanarak, Ankara okuyucusunu tarif etmeniz gerekse nasıl tarif ederdiniz?
Öncelikle Ankara’da bu işi yapıyor olmak çok güzel ama kabul etmek gerekir ki çok bürokratik bir şehir Ankara. Yani her sokağında mutlaka siyaset var, ciddiyet var, takım elbise var. Tarih anlamında da önemli bir şehir ama geçiş rotaları olan İstanbul, İzmir ya da Trabzon gibi değil. Hâl böyle olunca, burada bir evden çıkabilecek kitap çeşidi ile İstanbul’da bir evden çıkabilecek kitap çeşidi çok başka olabiliyor. Açıkçası İstanbul, İzmir, Trabzon, Edirne, Çanakkale, bazen Antalya ve civarı beni bu anlamda daha çok heyecanlandırıyor. Ama biz buranın esnafıyız ve biz de burada nadir olanı, kıymetli olanı bulmanın peşindeyiz.
Ankara okuyucusuna gelirsek; kendi adıma çok seviyorum onları. Şöyle ki; Ankara’da insanlar daha ciddidirler. Eğlencenin tadı hep damakta kalır belki ama kültür, sanat, tarih, edebiyat gibi alanların okumaları ve etkinlikleri de oldukça iyidir. Yani burada olan okuyucu kitlesi, sonradan gelen öğrenciler bile dâhil edilebilir buna, iyi okurlardır. Ne okuyacağını bilirler, bunları nerede bulabileceğine dair tahminleri vardır, ne okuması gerektiği ile ilgili açık görüşlü ve yeniliklere şans veren bir okuyucudur. Az ama etkili bir okuyucusu kitlesi vardır bu şehrin. İstanbul’un nüfusu kalabalıktır, ancak Ankara’nın etkisi çok başkadır.
Uzunca bir süredir sahaflık yapıyorsunuz? Unutamadığınız bir an ya da bir anı var mıdır? İlginç bir müşteri isteği veya nadir bir eserle karşılaşma anı gibi?
Çok ilginç anılarımız var tabii ama spesifik olarak örnek vermem gerekirse, Erol Akyavaş’ın 9 adet sıralı ve numaralı baskı eserinin bir hurdacı deposundan çıkmasını söyleyebilirim. Bir köşeye öylece atılmış, çöp hâlde bulduk biz bu eseri. Sonrasında onu alıp, güzelce çerçeveletip ilgilisine sunmuştuk. Hâlâ minyatür kopyaları piyasada var, lakin bu şekilde takım olarak bulunurluğu yok.
Bir de kıymetli yazarımız Halide Nusret Zorlutuna’nın kütüphanesinin bir bölümünü edinmek bize nasip olmuştu. Orada hem bilirkişilik yaptık hem de bir esnaf kaygısıyla kitapları ince eleyip sık dokuduk. O da güzel bir andı; çünkü kıymetli bir yazarın çalışma odasına girme şansımız olmuştu. Onun dokunduğu kitapları alıp, belki de son kez okuyup katladığı yeri görüyorduk. Kendisine hediye edilen kitapları görüp kimlerle iletişim hâlinde olduğuna şahitlik ettik. Bunlar çok kıymetli şeyler.
Bir seferinde de bir depo kitap alıp büyük zarar ettiğimizi hatırlıyorum. Bu kadar fazla kitabı teker teker incelememiz imkânsız olduğu için, sadece ön sıralardakine bakıp almaya karar vermiştik. Ve tasnif etme kısmına geldiğimizde ne büyük zarara uğradığımızı anlamış olduk. Bir daha detaylıca bakmadan kitap almıyoruz artık.
Her ayın 3.haftasına denk gelen pazar günlerinde bir mezat düzenliyorsunuz. Biraz anlatabilir misiniz bu etkinliği? Katılım nasıl? Ne gibi eserler çıkıyor açık artırmaya?
Bu bizim için gelenek hâline geldi. Sadece pandemi zamanında, tam açılma olana kadar ara verdik mezatlarımıza. Onda da online bir konuşma uygulamasından yüzeysel ve tabiri caizse mesafeli mezatlar yaptık ama aynı tadı vermedi tabii. Velhasıl, her ayın 3. pazar günü dükkanımızda toplanıyoruz. Hemen hemen her alandan 150 civarında eserleri tanıtıyoruz. Bunlar arasında 4-5 TL’den başlayan kitaplar da oluyor, 1000 TL’den başlayanlar da. Skalamız çok geniş. Ama gelip memnun ayrılmayan kimseyi görmedim.
Mezatlarımız 1,5-2 saat kadar sürüyor. Kimi misafirlerimiz tüm mezadı ayakta takip etmiş olsa bile mekânımızdan mutlu ayrılıyor. Çünkü 100 lira harcayıp 4-5 adet kitap satın alabiliyor. Ya da 1000 lira harcayıp her yerde kolayca bulamayacağı pahalı bir eseri, daha makul bir fiyata edinebiliyor. Herkes memnun ayrılıyor sonuçta.
Bizim için de bir can suyu oluyor bu mezatlar. Topluca satış yapmış gibi oluyoruz. Bu da faturalarımıza, borçlarımıza derman oluyor. Hiç yoksa başka bir yerden kitap alabilmemize vesile oluyor. Bir pazar günü etkinliği olarak mezadımızı tercih etmelerinin sebebi, her kitabı tanıttığımızda aslında eski zaman gıybeti yapıyor olmamız.
Yayıncı gıybeti yapıyoruz, yazarların hayatlarından konuşuyoruz, kitaplardaki sıkıntılardan bahsediyoruz. Şakalar yapıyoruz. Misafirlerimiz de bilgiler paylaşıyorlar bizimle ve şahane bir muhabbet ortamında mezadımızı nihayete erdiriyoruz. Sonraki ayı da iple çekiyoruz.
Son olarak; kitapların, nadide eserlerin büyülü dünyasıyla sizin yolunuzu kesiştiren bir yazar ya da eser ismi desek? Kendinizi kötü hissettiğinizde, örneğin, açıp okuduğunuz veya hayat mottonuz hâline gelen bir alıntı, bir deyiş, belki bir şiir dizesi var mı?
Beni bu mesleğe yönlendiren babam oldu. Küçük bir çocukken, kıymetli bir sahaf dükkanına gidip, “eti senin kemiği benim” diyerek bıraktı beni oraya. O sahaf dükkanında filizlendi bir şeyler. Sonrasında, derslerden kaçış için okunan romanlar, hikâyeler ve çizgi romanlar ile pekişti içimdeki kitap sevgisi.
Tek bir alıntı yapmam mümkün değil. Lakin sevdiğim birkaç cümleden biri Ali Şeriati’nin; “Okuyun diyor, okuyun. Çünkü mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor.” Tam olarak şiar edinmemiz gereken cümle budur bana göre. Okumaktan zarar gelmez. Zaten ilk emirdir aynı zamanda. Nasıl algılandığı size kalmış tabii. Ben hep, ‘sahaf size Google’ın bilmediklerini öğretir’ diyorum. Bir sahaf bulun, gezin. Raflarında kaybolun. Orada bir çay için. Sahaf ile muhabbet edin ve her zaman gülümseyin. Çünkü nemrut biri olarak, çatık kaştan çok daha evladır basit bir gülümseme. Sağlıcakla kalın.
Kaynak: Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi