Kültürün Gölgesinde
Kültürü şekillendiren etkenlerden biri olduğumuz gibi tarih sahnesinde kültürün şekillendirdiği yan rolleriz.
İnsanlık geçmişten bugüne gelirken tasarladığı, düşündüğü, yarattığı, etkileşim hâlinde bulunduğu pek çok şeye bir ruh kazandırmak için dokunuşlarda bulunmuştur. Gerek kendinden bir şeyler katmış yaşadıklarını resmetmek istemiş, gerek yaşadıklarına bir nağme katarak dillendirmiş, gerekte yazıya dökmüştür.
Yaşadıkları çevre, bulundukları iklimin etki etmesinin dışında insanların yaptığı bu dokunuşlarda genellikle etkili olan ise içinde büyüyüp yetiştiği kültür olmuştur. Ortaya çıkan eserler, yaratıcısı olan toplumun ihtiyaçlarına göre şekillenen, toplumun yaşam tarzını, ilişiklerini, üretim ve tüketim biçimlerini, inanış ve geleneklerini en yalın biçimde ortaya koyan kültürel olgulardır.
Maddi ve manevi olmak üzere iki yönü bulunan kültürün maddi yönünde yaşam alanı, giysi, araç gereçler bulunurken manevi yönünde gelenek, inanç, ahlaki değerler, örf âdet bulunur. Kültür maddi ve manevi yönleriyle çoğu zaman iç içe geçmiştir. Maddi kültür ögelerini manevi kültürden, manevi kültür öğelerini maddi kültürden ayrı değerlendiremeyiz. Kültür aktarımında maddi kültür manevi kültürle birlikte geleceğe taşınır ve yaşamaya devam eder.
Kültür insanoğluyla birlikte ve insanoğlunun etkileşimde bulunduklarıyla var olmuştur. Edward Tylor kültürü ‘’toplumun üyesi olarak, insan türünün öğrendiği, edindiği, bilgi, sanat, gelenek, görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütün.’’ şeklinde tanımlamıştır.
Geçmişten günümüze taşınmış olan maddi kültür ögelerinin barındırdığı motifler, binaların mimarisi, dekorasyonu o güne taşınmış olan kültürü yansıtırken aynı zamanda yeni bir kimlik yaratılmasına da pencere aralar. Aktarılan kültür taşındığı dönem koşullarına göre yeniden şekillenir, böylelikle yaşamaya, gelişmeye ve yenilenmeye devam eder. Kişiler değişen yaşam alanlarına kendileriyle birlikte kültürlerinden izleri de taşıyarak o yere olan aidiyet duygusunu da arttırmış olurlar.
Kültürü oluşturan etkenlerin oluşumunu biraz daha derin düşünmeye başladığımızda karşılaşacağımız insanoğlunun var olma, varlığını sürdürme arzusudur. Kültür taşınımının temelinde yatmakta olan insanın yaşatma güdüsüdür. İnsanlar kültürlerinden izler taşıdıkları gibi kendilerinden izler de taşır ve bırakırlar. Kişiler bu şekilde kendini mekanla bütünleştirip aidiyet duyar, gelecek nesillerde bu sayede kültürel açıdan beslenmiş olurlar.
Kültürel zenginlik/çeşitlilik ne ölçüdeyse aidiyet duygusu da o ölçüde yoğunluk gösterir. Ancak bu aidiyet duygusu da sabit değildir, kültürü dönemlere ya da bölgelere göre ayırdığımızda her döneme ve bölgeye dair ayrı aidiyet duygusu hissederiz. İnsan özünde anladığı ve anlaşıldığı yere aidiyet besleyen bir canlıdır, o kültüre ait bir birey olmasa da kültürü tanıdığı, anladığı ölçüde aidiyet de hisseder. Kültür aynı zamanda insan için geçmişle bir iletişim kanalıdır, bu yüzden insan bir kültürü anladığı gibi o kültürle anlaşılır da. Kültürü bölgelere ve dönemlere ayırdığımızda ayrı ayrı aidiyet duygusuna kapılışımız bu yüzdendir. Göçebe yaşam biçimine ait dönemde başka, Osmanlı Dönemi'nde başka, Cumhuriyet Dönemi'nde daha başka bir aidiyet duygusu bizi o döneme ait hissettirir.
Türkiye gibi pek çok kültüre ev sahipliği yapmış bir coğrafyada kültürün durağan değil yaşayan bir şey olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Çevredeki fiziksel değişimlerle birlikte kültürde yeniliklere ayak uydurmuş, kendini yenilemeye devam etmiştir. Mimari yapılar, kıyafetler, motifler, dekorasyonlar, örf âdetlerin gerçekleştirilme biçimlerindeki değişimlerde bunu görebiliriz.
Kültür insan var oldukça var olmaya gelişmeye devam edecektir, biz de her zaman içinde bulunduğumuz kültürün bir parçası olacağız. Kültürü şekillendiren etkenlerden biri olduğumuz gibi tarih sahnesinde kültürün şekillendirdiği yan rolleriz.