Ay Saçlı Büyücü
Luna, yetenekli bir büyücü, kaçırılmış insanları kurtarmakla görevlendirilir.
Luna, İspanya limanına ulaştığında gördüğü manzara içler acısıydı. Devasa bir gemiye aceleyle götürülen insanları gören birinin kalbi parçalanırdı. Her birinin kıyafetleri paramparça olmuş; kimilerinin yüzlerinde, kollarında, bacaklarında morluklar vardı. Eğer Luna mugglelardan bu denli tiksinmeseydi hallerine acıyabilirdi. Ancak kalbinde herhangi bir sızı yoktu, bu "asil" görevi ise yalnızca küçük kardeşinin isteğini yerine getirmek için yapıyordu. Ne de olsa doğum günü çocuğu olarak en büyük hediyeyi ona sevgili ablası vermeliydi.
Muggleların tamamı gemiye bindirilince gemi işçileri sandıkları yerleştirmeye başladı. Bu Deargh Kilgore'nın hiçbir korkusu olmamalıydı gündüz gözüyle böyle bir işe kalkışmak için. Belki de şehrin valisi veya üst düzey yetkililerle işbirliği içindeydi. Luna bu düşüncelerini bir kenara koydu, ne de olsa köle ticareti asırlardır vardı, tek bir ticareti durdurmak hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Üstelik, muggle meselelerinden olabildiğince uzak durmalıydı. Cadı avcıları bu kadar tetikteyken onların dikkatini çekmenin lüzumu yoktu. Gemi hareket etmeden önce içeri girmeliydi. Sonuçta okyanusta özgürdü.
Ancak saçları ve yüzü bu kadar dikkat çekerken elini kolunu sallaya sallaya girmesi mümkün gözükmüyordu. O yüzden kapşonunu kafasına çekti. Çoğu işçi çoktan sandıkları yüklemeyi bitirmiş, güvertede gözükmüyorlardı. Etraftaki birkaç kişi de aralarında sohbet ediyordu. Güverteye yaklaştığı takdirde içeri rahatlıkla girebilirdi. Büyücü olduğunu o ana kadar saklaması kafi olacaktı, olmalıydı.
Hızlı adımlarla gemiye yaklaşırken kaçamak bir şekilde onu birinin fark edip etmediğini kontrol etti. Henüz kimse onu fark etmiş gözükmüyordu. Ağabeyinin onu diğerlerinden saklamak için aldığı kapşonlu pelerin şimdilik işe yarıyordu. Gemiye çıkmak üzereyken onun bilmediği ancak tanıdık gelen bir dilde konuşan onun boylarındaki bir adam onu durdurdu. Başta bağırıp çağırırken sonra Luna’nın yüzünü görünce bir an nefesi kesildi. Ardından yüzünde Luna’nın her zaman gördüğü pislik bir gülümseme belirdi. Aklındakileri bilmek için aynı dili konuşmaları gerekmiyordu. Muggle’ın bakışları yüzünden bedenine doğru kaymaya başlayınca Luna asasını çıkartmamak için kendiyle mücadele vermek zorunda kaldı.
“Seni öldüreceğim.”
Luna kendi dilinde konuştuğu için karşısındaki adam onun ne dediğini anlamasa da Luna’nın yaşlanmaya başlamış gözleri yardıma ihtiyacı olduğunu haykırıyordu. Böylesine güzel, peri gibi saf gözüken kadının yardımına herkes koşardı. Luna bunu ilk elden defalarca kez görmüştü. Adam bir an tereddüt etse de kaptanıyla görüşmek için yanından ayrıldı. Luna da bunu fırsat bilip çevik adımlarla, şapkasının yüzünü ve ay gibi beyaz saçlarını kapattığından emin olarak geminin alt kısmına, sintineye, doğru ilerledi. Tam alt kısma inecekti ki iki adam yolunu kesti. Luna’nın onlarla uğraşacak vakti yoktu, o yüzden asasını çıkarttı.
“Stupefy!”
İkisi de sallanmaya başladığında onları açtığı kapıdan aşağıya itti. Merdivenlerden yuvarlanan adamlar bayıldılar. Luna onlarla daha sonra ilgilenmeye karar verip içeri girip kapıyı kapattı. Her an birinin gelebileceğini düşündüğü için asasını tahta kapının kilidine doğrulttu.
“ColloPortus!”
Kapı kilitlendikten sonra elbisesinin bir ucunu tutup zarifçe aşağıya indi. Adamların üzerinden geçip kölelerin bulunduğu yere geldi. Kaçırılmış mugglelar Luna’yı görünce anında savunmaya geçtiler. Usta büyücü bunu umursamadan kaldıkları yeri inceledi. Böyle büyük bir gemide küçücük bir odaya sıkışmış insanların rezalet kokusu Luna’nın sinirine dokunuyordu. Şu görevi hızlıca bitirip evine dönmek, küçük kardeşine müjdeli haberi vermek istiyordu. Öncesinde iyice yıkanacaktı elbette.
Luna bir sandığın üzerine oturması gerektiğini düşündü. Ne de olsa gemi kalkana kadar büyük bir olay yaratmamalıydı. Şimdiden yeterince ilgi çekmişti zaten. Daha fazlası tehlikeliydi, üstelik kimseyi öldürmemesi gerektiği düşünülürse. Neden böyle aptalca bir söz vermişti ki?
Aralarında en temiz gözüken sandığına yöneldi. Elindeki mendili açıp sandığın üstüne yaydı. Ardından asasını çıkarttı.
“Pulvinario!”
Kaçırılmış insanların ağızları açık kalmış olsa da Luna tepkisiz kalmaya devam etti. Yumuşak sandığa oturup geminin kalkmasını beklemeye başladı. Muggleların ona nasıl baktığını görebiliyordu ama ilgiye alışkın büyücü onlara bir bakışı bile çok gördü. Gümüş rengi saçlarını kapşonundan çıkartıp koltuk rahatlığındaki sandıkta otururken bu durumu nasıl çözeceğini düşünmeye başladı.
Çok geçmeden geminin hareket etmeye başladığını hissetti. İki adam da hala baygındı ancak yakında uyanacakları da belliydi. Birisi kıpırdanmaya başlamıştı bile. Onların yanına gidip asasını önce kıpırdayana ardından diğerine yöneltti.
“Incarcerous!” dedi.
İki adam da sıkıca iplerle sarıldı. Arkadaki muggleların konuşmalarını duyabiliyordu. Ne dediklerini bilmese de tahmin etmesi güç değildi. Kimileri büyülenmiş, kimileri korkmuş, kimileriyse nefret doluydu.
Onları umursamadan kapıya yöneldi. Karadan olabildiğince uzaklaşmışlardı. Artık istediğini yapmakta özgürdü. Kapıyı büyüyle açıp dışarı çıktı. İçeride geçirdiği zamandaki mide bulandırıcı kokunun aksine dışarıda yosun ve tuz vardı. Havayı içine çekip güverteye doğru ilerledi.
Onu gören herkese Lacarnum Inflamari büyüsünü yapıyordu. Sonuçta onları öldürecek bir büyü olmadığı için içi rahattı. Ölmek istemiyorlarsa okyanusa atlamaları yeterliydi. Tabii atladıktan sonra ölmeyecekleri kesin değildi.
Luna büyücülerin bu kadar çok ortalıkta gezindiği bir dönemde gemide bir tane bile cadı avcısı olmamasına şaşırmış olsa da üzerinde çok da durmadı. Ne de olsa bu sayede işi oldukça kolaylaşmıştı. Gemideki herkesi bir şekilde okyanusa atınca aşağıya inmek için yöneldi. Ancak birkaç meraklı muggle çoktan kilitlemediği odadan çıkmıştı bile. Bakışlarından her şeyi gördüğünü anlamıştı Luna. Gerçi pek de umursamamıştı. İster cadı avcısı ister muggle, hepsiyle baş edebilecek kadar güçlü olduğuna inanıyor ve güçlü olduğunu biliyordu.
“Aranızda gemi nasıl kullanılır bilen var mı? Kaptan da gemisini terk etmek zorunda kaldı.”
Eğer yer yer yanan bir geminin güvertesinde, elinde asasıyla bu kadar güçlü durmasaydı dediği komik bile olabilirdi ancak onun dilini anlayanlar bile ona gülemiyordu.
“Ben biliyorum.”
Mugglelardan biri kırık lehçesiyle öne çıktı. Luna ona eliyle dümene geçmesini işaret etti. Genç kadın tereddüt içinde yürümeye başladı. Luna da yolculuk bitene kadar güvertede oturdu. Muggleların konuşmalarından Luna’nın kim olduğunu, amacının ne olduğunu tartıştıklarını fark etse hiçbir şey demedi Luna. Onları öldürmediğine şükretmeleri gereken yerde onu sorgulamalarını zaten oldukça sinir bozucuydu, eğer konuşmalarına dahil olursa sözünü bozmaktan daha kötü şeyler yapabilirdi.
Nispeten uzun bir yolculuktan sonra sonunda İspanya’nın başka bir kentine ulaşmayı başardılar. Luna kaçırılanların inmeden önce sıraya dizilmelerini istedi. Birkaçı bu durumdan memnun olmasa da karşı gelmeye cesaret edemiyordu. Luna hepsine tek tek aynı büyüyü yaptı.
“Fidelius!”
Ardından gemiden inmelerini sağladı. Limandaki yetkililer şaşkınlık içinde inanlara bakarken Luna’yı görünce ne diyeceklerini unuttular bir an. Genç kadınsa onlara bakmadan yanlarından geçip gitti. Adımları o kadar hızlıydı ki yetkililer onun gittiğini fark ettiğinde Luna çoktan şehre karışmıştı. Kaçırılan insanlara kadının kim olduğu sorulduğunda tek diyebildikleri şey onları kurtardığıydı. Böylece bu olay da dönemin gizemleri arasına girmiş oldu.