Bağımlılık Sosyolojisi
Bu seri bir Yeşilay okumasından öte, kamusal sağlık değil kamusal alışkanlık meselesidir.
Yaşadığımız dünya her geçen gün daha hızlı, daha karmaşık ve daha yüzeysel hale geliyor. Böylesi ortamda bireyler toplumsal beklentilerin, bireysel çabaların ve duygusal yüklerin ortasında bir çıkış arayışına giriyorlar. İşte bu arayış, çoğu kez "bağımlılık" olarak tanımladığımız davranış kalıplarının tanıdık bir zemine oturmasına olanak sağlıyor. Ancak bağımlılık, sadece bireyin sorunları ile sınırlı bir mesele mi? Elbette hayır. Sosyoloji bu durumu fark eder ve bağımlılığı, bireysel bir zayıflıktan çok, toplumsal dinamiklerin bir sonucu olarak ele alır.
Bağımlılığı Sosyolojiyle Düşünmek
Bağımlılık çalışmaları, genellikle psikoloji ve tıp bilimlerinin etkisi altında gelişmiştir. Ancak son yıllarda sosyoloji, bu alana farklı bir bakış kazandırmış; bağımlılığın sadece bireysel bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal bir patoloji olduğunu savunmuştur. Sosyolojik açıdan, bağımlılık; bireyin, çoğu kez kontrol edemediği sosyal, ekonomik ve kültürel yapılardan kaynaklanan bir çaresizliğin ürünüdür.
Durkheim'ın "anomik durum" kavramını ele alalım. Toplumda kuralların bulanık hale geldiği, bireylerin yön bulmakta zorlandığı bu durum, bireylerin kendilerini tütün, alkol ya da teknoloji gibi şeylere kaptırmasına uygun bir zemin hazırlar. Durkheim'ın bu kavramı, bağımlılığın bireysel bir tercih olmadığını; aksine, toplumsal yapının bir yansıması olduğunu gösterir.
Bağımlılığın Güncel Yüzü
Modern toplumlarda tüketim kültürü, bağımlılığın yeni bir boyut kazanmasına yol açtı. Örneğin, bir kahve zincirine girdiğimizde kahve içmenin artık bir "zevk" değil, bir "ihtiyaç" olduğuyla karşılaşıyoruz. Burada ilginç olan, toplumsal dinamiklerin bireyin tüketim alışkanlıklarını ne derece şekillendirdiğidir.
Bağımlılık kavramı, sadece bireyin davranışlarına odaklanmak yerine birey-toplum etkileşiminin öne çıkarıldığı bir perspektifle ele alınmalıdır.
Sosyolojik Argümanlarla Bağımlılığı Yeniden Tanımlamak
Bağımlılık, bireysel bir "eksiklik" ya da "zaaf" değil; toplumsal yapının dayattığı bir şartlılık olarak ele alınabilir. Foucault, "iktidar" kavramıyla bireylerin bedenlerinin, davranışlarının ve tercihlerini nasıl biçimlendirildiğini açıklar. Foucault'nun perspektifiyle bakıldığında tütün endüstrisinin ya da sosyal medyanın bağımlılık yaratıcı etkisi, bireylerin "seçme özgürlüğünün" ötesinde, bir "maruz kalma" durumu olarak öne çıkar.
Toplumsal Bağımlılıkları Fark Etmek
Bağımlılığı sadece bireysel bir mesele olarak ele aldığımızda, bu durumun arkasındaki toplumsal dönüşümün farkına varamıyoruz. Modern toplumun bireyleri, sosyal medya bildirimlerine, kahve molalarına ya da günün sonunda çok izlenen bir diziye bağımlı hale geliyor. Bu, bireyin özgür iradesiyle verdiği kararların bir sonucu mu, yoksa toplumsal yapının dayattığı bir durum mu? Bu soruları çözmeden, bağımlılık sorununa köklü bir çözüm getiremeyiz.
Bağımlılık, bireylerin toplumsal dinamiklerle kurduğu karmaşık ilişkilerin bir yansımasıdır. Modern toplumun hızlı temposunda, bireylerin neden bağımlı davranışlar geliştirdiğini anlamak için sosyolojinin gözüyle toplumsal yapıları incelemek gerekir. Unutmayalım, bireylerin davranışları toplumsal birer aynadır; bu aynaya bakmadan gerçekleri göremeyiz.
Dört bölümden oluşacak serinin tanıtım ve gereklilik kısmını, konunun gerekliliğinin sosyoloji literatürü ile ele almanın şart olduğunu sizlerle paylaştım. Bu seri bir Yeşilay okumasından öte, kamusal sağlık değil kamusal alışkanlık meselesidir.