Before Sunrise in Vienna

"Hayatta yaptığımız her şeyin amacı bir miktar olsun daha fazla sevilmek değil mi?"

Eğer sizler de dinlendirici bir film izleyip gerçek ilişkilerin toksikliğinden uzaklaşmak istiyorsanız, bu film tam da size göre.

Before Üçlemesi olarak bilinen serinin ilk filmi Before Sunrise, başrollerinde Julie Delpy ve Ethan Hawke'ın yer aldığı 1995 tarihli romantik/drama türündeki filmdir. Film ilk olarak, rastgele bir çiftin trende gürültülü tartışmaları ve bundan rahatsız olan Celine'in sahnesi ile başlıyor. Sesten dolayı okuduğu kitaba odaklanamayan Celine, oturduğu koltuğu değiştirerek diğer baş karakterimiz Jesse'nin yakınına oturuyor. Yaşlı çiftin kavgası ise, bu iki gencin sohbetlerinin başlangıcı oluyor. Celine'in çiftlerin yaşlandıkça birbirini duyma yetilerini kaybettikleri üzerine bir yorum yapması ile ikili ilgi çekici bir sohbete başlıyor.

Tren yolculuğu boyunca vakit geçiren ikili, Jesse'nin varacağı durağa geldiklerinde ise ayrılmaları gerekiyor. Trenden inen Jesse, vakit kaybetmeden geri dönerek Celine'e onunla birlikte gelmesi için teklifte bulunuyor. Celine de kabul ediyor ve böylece birlikte tüm gün ve gece boyunca Viyana'yı gezerek vakit geçirmeye başlıyorlar.

Bu süre zarfında bir plak dükkanına giderek müzik dinliyorlar, Celine'in şehirde daha önce gittiği yerleri geziyor ve rastgele vakit geçiriyorlar. Ama bize hatırlatıyor ki keyifli vakit geçirmek için planlar kurmaya veya pahalı mekanlara gitmeye gerek yoktur. Sadece sohbet ederek de hayatımızda unutulamaz bir gün geçirebiliriz, önemli olan yanımızdaki kişinin bize hissettirdikleridir.

Sadece bir güne sığdırılan ve iki insan arasındaki çekimin diyaloglardan oluştuğu bu filmde, sıradan olaylara farklı bakış açılarını da izliyoruz. İki kişi arasındaki bir bağ oluşması için dram, gözyaşı veya dolu dolu heyecanın ve uzunca olayların olması gerekmediğini bizlere kanıtlıyor. Yemek yerken arkadaşlarını arıyormuş gibi canlandırdıkları sahnede birbirleri hakkında konuşmaları, duygularını açıkça ifade edebilmeleri kurdukları iletişim en güzel örneği olarak çıkıyor karşımıza. Aşk kavramının ise filmde, "Birini çok iyi tanıyınca, ona gerçekten âşık olabileceğimi düşünüyorum. Saçını tarayış şeklini, o gün hangi gömleği giyeceğini, herhangi bir durumda hangi öyküyü anlatacağını kesinlikle bilirsem, gerçekten âşık olduğumu o zaman anlayacağımdan eminim." olarak betimlenmesi, birbirini tanıma çabasından geçtiğini anlatıyor bizlere.

Birbirlerine zıt düşünce yapıları, farklı kültürlerde yetiştikleri için durumları farklı yorumlamalarına rağmen birbirlerini dinlemeleri ve anlaşabilmeleri, karşıtlıklarına rağmen aralarındaki uyumu da izleyiciye hissettirmelerine neden oluyor. Ve böylece bize sıradan gelen el ele yürümek, sokak ortasında dans etmek, oyun oynamak ve müzik dinlemek gibi eylemler yanındaki kişiye bağlı olarak anlam kazanıyor.

Filmi izledikten sonra akla kazınan bir sürü cümle olsa da benim favorilerimden biri Celine'in "Eğer dünyada bir çeşit büyü varsa, bu birini gerçekten anlamaya çalışmak ve bir şeyler paylaşabilmek olmalı." cümlesidir. Her sahnesinde insanı hem düşündüren hem de dinlendiren bu filmde, umarım sizler de kendi hayatınıza dair bir parça bulabilirsiniz.