Bencil iyilikler, (bir başka adam ve kadın hikayesi)

Bencil kadınlar ve mağdur adamlar, itiraflar ve anlaşılması imkansız insanlar, umarım birbirlerini bir daha asla görmeden yaşlanacaklar.

“Zaten,” dedi kadın, “Bencil olmayan bir iyilik yok.”

Adam gözlerini devirdi.

“Yok ama.” Dedi kadın omuzlarını silkerken, “Kendini feda da etsen, karşılığında hiçbir şey alamayacak bile olsan kendini tatmin etmek için yapıyorsun yaptığını.”

Adam kadının yüzüne baktı. “Ee?”

 “Kendin için yaptığın iyiliğin gerçekten bir anlamı var mı?”

 “Bir şeyin anlamlı olması için illaki kendini kötü hissetmek zorunda mısın?” 

Adamın cümlesi sanki sertçe düştü masaya.  

Bir sessizlik oldu orada. Kadın bu sessizliğin boğazında mı toplandığını yoksa oradan mı çıktığını bilmiyordu.

“Allah korkusuyla bir şey yapmakla içinden geldiği için bir şey yapmak arasındaki farktan bahsediyorum.” Dedi kadın birkaç saniye sonra. “İkisi arasında da bir fark var.”

“Var mı? Yani, sonuçta bir iyilik yapılıyor, değil mi?”

“Evet, ama-”

“E o zaman?”

 “Fark var,” dedi kadın, “Çünkü sürdürülebilir bir şey değil bu.”

“Neden? İçinden gelen bir şey, dinden ya da ideolojiden daha güçlü, o yüzden mi?”

 “Sırf iyilik yapma amacıyla bir iyilik yapılamayacağından bahsediyorum.” dedi kadın bastırarak, “Aynı zamanda iyi bir insan olmak için de yaparsın. Ve bu değerli, elbette. En güzeli bu. Ama yine de bencil çünkü yine kendine iyi bir insan olduğunu kanıtlamak istiyorsun.”

“Belki bu sadece seninle ilgilidir.” Dedi kestirip attı adam.  “Ben öyle hissetmiyorum.”

Gözleri kilitlendi birbirine. Kadının çenesi kenetlendi.

“Hissetmiyor musun?”

“Hayır.”

“Anladım.” Dedi kadın. Sesi sanki boğazını temizlemesi gerekiyormuş gibi çıkmasına rağmen, yüzünde herhangi bir mimik yoktu. “Belki de kimseye bir iyilik yapmıyorsundur. O yüzden.”

Adam kaşlarını kaldırıp gülümsedi. Ve başını çevirdi.

Kadın derin bir nefes aldı ve sanırım bir an gözlerini kapattı. Geçen her saniyede tırnakları avucunun içine biraz daha battı.

Gözlerini açtığında adam yüzünde aynı gülümsemeyle denize bakıyordu. Bir ara ağzından gülmeye benzer bir nefes çıktı ve kadına baktı ama bir şey demedi.

Kadın tiksintiyi hissetti o an. Kalbinin göğsünün içinde hem büyüyüp hem de küçüldüğünü ve öfkenin midesindeki ateşini hissetti. Kaçma isteği doldurdu içini, kimsenin onu tanımadığı bir yere gitmek istedi.

“Nasıl bu kadar,” diye başladı adam. “Yani anlayamıyorum, nasıl böyle-”

“Söyle?”

Adam sessiz kaldı.  

“Söyle?” Kadın kaşlarını kaldırdı. “Ne oldu?”

Adam küçümseyerek baktı ona.

“Söyle.” Dedi kadın, sesi ona batsın istiyordu. “Söylesene kime ne iyilik yapıyorsun ve karşıdaki bunu nasıl anlayamıyor. Söyle, nasıl da feda ediyorsun kendini-”

“Tanıdığım en bencil insansın sen.”

“Öyleyim değil mi?” dedi kadın ikiletmeden masanın üzerine eğilerek. “Çünkü senin farkına varamıyorum. Çünkü sen, benim yanımda kalarak bana iyilik yapıyorsun ama ben bunu göremiyorum. Aylardır tek derdin bana iyi gelmek ve başaramıyorsun.”

“Ben asla sırf sana iyi gelmek için durmadım yanında. Aptal değilim.”

“Öyle mi? Değil misin?”

Adam ağzını açtı ama kadın kesti onu.

 “Aptal değilsen niye kalıyorsun yanımda?” dedi kadın isyan edercesine, “Neyimi- Allah aşkına, ben sana hiçbir şey vermiyorum! Neyimi seviyorsun, istiyorsun hala?”

“Umurumda değil bana bir şey vermen,” dedi adam dişlerinin arasından. “Ama sen bunu anlayamazsın herhalde. Özveri nedir bilmediğin için-"

“Doğru! Anlayamıyorum!” diye bağırdı kadın. Adam başını denize çevirdi. “Çünkü yalan söylüyorsun!"

"Yalan mı söylüyorum?" dedi adam, sanki inanamıyormuş gibi.

"Evet. Yalan söylüyorsun. Çünkü umurunda, burada benden hiçbir şey alamadan kalmak istemiyorsun artık-"

"Haşa, ben senden herhangi bir şey alamam canım," dedi adam sarkastik bir şekilde ama gözlerinin içinde bir şeyler yanıyordu. "Cık, estağfurullah, ben özür dilerim, senden bir şey istediğim için."

"Bak!" dedi kadın, yalvarır gibi "Görüyor musun?"

"Ya ne diyorsun allah aşkına?"

"Doğruyu istiyorum." dedi kadın ve yüzü, bir saniyeliğine burulur gibi oldu. "Sadece bir kere doğruyu söylemeni istiyorum."

“İnadına mı yapıyorsun?”

“Hayır. Hayır, inadına yapan ben değilim.” Dedi kadın gözlerini açarak. “Sensin. Yanımda kalan sensin.  Git dedim, kaç kere dedim. Gitmedin, kalmak istiyorum dedin ve ben sana inandım, aptal gibi-”

“Gideyim mi?” dedi adam, sanki kadın delirmiş gibi, “Gitmemi gerçekten istiyor musun?”

“Sana dedim. Ben iyi değilim dedim, değil mi? Demedim mi?" Kadın, adamın gözlerine bakamadı artık, önündeki peçeteye bakmaya başladı. "Kendimi kötü, çok kötü hissettiğimi, sana şu anda bir bok veremeyeceğimi söylemedim mi?”

“Bak buna dayanamıyorum işte.” Dedi adam ve sesi bir tokat gibi çıktı. “Sanki bu dediğinin bir başka anlamı yokmuş gibi konuşuyorsun ya-”

“Bunlar benim sözlerim. Ne anlama geldiklerini biliyorum. Sana kaç kere söylediğimi de biliyorum-”

“Dalga mı geçiyorsun benimle?”

“Söyle." dedi kadın, kelimeler boğazına takılarak yükselirken, "Nasıl, hoşuna gidiyor mu ilişkinde böyle mağduru oynamak-”

Adam yerinden kalkmaya yeltendi ama kadın onu bileğinden yakaladı.

 “Bırak.”

“Otur.”

“Bırak-”

“Oturacaksın ve konuşacağız.”

Adam kadının eline baktı. Tenlerinin en son birbirlerine nasıl değdiğini hatırladı. Tekrar kadına baktığında kadının gözlerinde başka bir şey vardı. Adam, kendisinin de şimdi ona böyle bakıp bakmadığını merak etti. 

Sonra da yerine oturdu.

Sessizlik oldu bir süre. Sanırım ikisi de bazı şeylerin bitiyor olduğunu düşündü o an.

“Senin gibi biri git dediğinde,” diye başladı adam, kırgın bir sesle. “Asla gerçekten gitmeni istedikleri için değildir. Sadece sorumluluğu üzerlerinden atmak içindir. Ve bak!” diye devam etti gülümseyerek.  “Bak şimdi hemen ilk dediğin şey de buydu. Kalmamın benim seçeneğim olduğunu bilmemi istiyorsun hemen, ama o işler öyle olmuyor çünkü sevdiğin kadın sana ‘Şu an bir şey veremeyeceğini’ söylediği zaman gitmezsin. Kalırsın ve şu an olmayan başka bir zamanı beklersin. Yanında kalırsın, oraya varmanıza yardım edersin.”

Birbirlerine baktılar. Sonra adam hızlı bir şekilde gözlerini sildi.

“Tek derdim sana iyi gelmekti benim.” Dedi adam. Gözleri kıpkırmızıydı. “Yemin ederim, tek istediğim şey, iyi olmandı, ben öyle sevdim-öyle…” Başını iki yana salladı adam, kaşlarını çattı. “Ve sen…”

Kadının önünde duran peçeteyi düzeltti. Avcunun içinde tırnak izleri vardı.  

 “Sen, yokmuşum gibi davrandın.” Dedi adam, kadının gözlerine bakarak. “Hiç görmedin beni, hiç istemedin, denemedin bile, ben senin için uğraştım ve sen yapayalnız bıraktın beni. Nasıl bir insan yapabilir bunu-”

 “Farkında değil miyim sanıyorsun?” dedi kadın, yorgun bir sesle, yavaşça, “Bilmiyor muyum sence? Sence ben seni sevmiyor muyum? ” Kadının sesi parçalandı o an ama yutkundu. Sonra tekrar yutkundu. “Özür dilerim. Hiç- hiç hak etmedin bunu, beni, çok özür dilerim.”

Bir rüzgar esti o an, yüzlerindeki ıslaklığa yapıştı.

“Ve özürlerimin hiçbir anlamı olmadığını biliyorum. Burada olmadığımı biliyorum, seni nasıl üzdüğümü biliyorum, geceleri yanımda ağladığını ve bunun sebebinin ben olduğumu biliyorum. Ama hareket edemiyorum. Hiçbir şey yapamıyorum ve özür dilerim, bir şeyler yapmam gerektiğini biliyorum ama yapamıyorum. Güzel olan her şeyi mahvediyorum ve hepsi benim suçum. Ama tam da bu yüzden git dedim sana. Hep dedim, en başından beri-”

“Ama gitmek istemiyorum!”

“Ama canın yanıyor!” dedi kadın ve tüm dünya sustu ve dinledi. “Canını yakıyorum. Anlıyor musun? Ben, senin canını yakıyorum ve sonra da sen benim canımı yakıyorsun. Ve haklısın, canımı yakmakta haklısın ama yeter.”

Adam gözlerini kırpıştırdı. “Ben-”

“Lütfen.” Dedi kadın. “Lütfen, artık-Yapamıyorum. Lütfen.”

Adamın elleri masanın üzerinden kadınınkine uzanırken durdurdu adam kendisini. Elleri sebepsizce masanın üzerine düştü. Kadın gözlerini peçetesinden ayıramıyordu.

“Bitmesi gerek.” Dedi kadın, en sonunda “Çünkü, bitmesi gerek. Artık orta yol ya da çözüm bulmak ya da özür dilemek istemiyorum, seni elimde olmadan incitmekten çok yoruldum.”

Adam itiraz edecekti ama durdurdu kendini.

İtirazının alışkanlıktan geldiğini fark etmişti sanırım.

“…sürekli, durmadan kaçıyoruz ve sen de hissediyorsun bunu. Bir şeyin anlamlı olması için illaki kendimizi kötü hissetmek zorunda değiliz.”

Birbirlerine baktılar.

Kadın çok seviyordu adamı. Onun bildiğinden çok daha fazla. Adamın elleri, boynu, tüm hayal gücü, gözleri ve aklına bir şey geldiğinde kendisince kıkırdaması ve kadın onun kafasından geçen her şeyi bilmek istiyordu. Ve adam kadını çok seviyordu. Kadının sesi, teni, hisleri, gülmekten yapamadığı şakaları ve tebessümü, o ne zaman gülümsese yanında olmak istiyordu.

Böylece deniz kenarında bir masaya oturmuş, birbirlerine bakıyorlardı.

Birazdan bencil olmayan iyiliklerin olduğunu söyleyecekti adam. Olduklarını ama bok gibi hissettirdiklerini söyleyecekti. Kadın da gülümseyecekti. Adam istiyorsa kayıtlara sanki adam kadından ayrılmış gibi geçirebileceklerini teklif edecekti. Ama adam sırıtarak reddedecek, mağdur rolü oynamaktan mutlu olduğunu söyleyecekti.  Sonra adam özür dileyecekti kadından ve ne için özür dilediğini o anda anlayamayacaktı ve arkadaş kalmayı konuşmayacaklardı bile. Ve kalktıklarında sarılacaklardı ve ikisi de gözlerini kapamaya korkacaklardı. Kadın sırtını masaya verdiğinde kendi kendisine bir “Hassiktir.” Çekecekti. Eve gidene kadar tekrarlayacaktı bu kelimeyi ve kapısına vardığı anda ağlayacaktı. Ve adam uzun uzun yürüyecekti. Kadınla geçirdiği her anı yeniden yaşayacaktı.

Adam, kadından çok daha hızlı atlatacaktı hepsini. Nereden geldiğini anlayamadığı bir öfkeyle hatırlayacaktı kadını. Sonra dinecekti öfkesi, bir gece, durup dururken ağlayacaktı. Ve kadın, kendisinde acımaktan vazgeçtiğinde hayatında ilk defa gerçekten sırf kendisi için iyi olmaya çalışacaktı.

Birbirlerine değmeden yaşayacaklardı. Varlıklarını unutacaklardı. İkisi de ölürken, birbirlerini hatırlamayacaklardı bile.

Tüm iyilikler belki de bencildir, ama bencil kelimesi iyiliklere yakışmaz bence, o yüzden tüm bu tartışmayı aptalca buluyorum. İyilikleri rahat bıraktığımı ve bu hikâyeyi deniz kenarındaki o masada yazdığımı bilmeni istiyorum. Ve bu arada, adam ve kadın, sizi unutacağım günü, iple çekiyorum.

Şimdiden, hoşça kal.