Bir saniye, ne çok şey barındırıyor.
Sana bakıyorum ve zaman, bir tanıdığını görmüş gibi duraksıyor. Saniyeler nefesini tutup suyun altına dalıyor.
Dudaklarından adımı duyuyorum. Sana bakıyorum ve zaman, bir tanıdığını görmüş gibi duraksıyor. Saniyeler nefesini tutup suyun altına dalıyor. Evren, sandalyesini itiyor ve bir sigaraya çıkıyor. Ve ben o fazladan bir saniye içinde, gözlerine bakıyorum. Gözlerin bir falcının sihirli küresi. Orada bizi görüyorum, olabileceğimiz her şeyi. Sahneler çıtırdayarak geçiyor önümden. Mutfak masasında alışveriş listesi yapıyorsun, yağmur yağıyor ve bir şarkı mırıldanıyorsun, haberleri izliyoruz ve sinirleniyoruz, yolda yürürken eğilip bir kediyi seviyorsun, tatlıdan bir çatal alıp gözlerini kapıyorsun, kafanı yastığa koyup derin bir iç çekiyorsun, elini bir ağacın gövdesine koyuyorsun ve gülümsüyorsun.
Ve sonra, rüyadan uyanırcasına, bir sabahta buluyorum kendimi.
Güneş doğuyor. Elin, elimin üstünde. Çatıya koyduğumuz kamp sandalyelerinde, gün doğumunu izliyoruz. Üstümüzde eski battaniyeler var.
Başımı çevirip sana bakıyorum. Gözlerini ufka kilitlemişsin. Yanaklarında pastel sarı birer aydınlık, kirpiklerin parlıyor. Yüzünde öyle bir tebessüm var ki.
Gökyüzü, senin arkanda her renge boyanıyor. Kuş cıvıltılarını duyuyorum, ağaçlardan taze çıkmış havanın kokusunu alıyorum, şu hafif esintiyi, battaniyenin sıcak ağırlığını, başparmağınla elimi okşamanı, hepsini hissediyorum. Sen de görüyor musun, diye sormak istiyorum sana, her şeyi.
Dünya dönmeyi kesince, tüm renkler birbirine karışıyor sanki.
Derin bir nefes alıyorsun. Gözlerime bakıyorsun. Gülümsüyorum.
Bir saniye, ne çok şey barındırıyor.