Brooklyn Nine-Nine – Defalarca İzlemelik Bir Efsane

Jake’in saçma şakaları, Holt’un ciddi esprileri... Bu ekip öyle komik ki, kaç kez izlesem asla sıkılmıyorum!

Benim için "Brooklyn Nine-Nine" her zaman izleyip asla sıkılmadığım, bıkmadan usanmadan tekrar tekrar döndüğüm bir dizi. Hani bazı diziler vardır ya, bir kere izleyince bir daha yüzüne bakmazsın, işte bu dizi tam tersi! Defalarca izlesen de her sahnesi taze ve komik kalıyor. Eğer hala izlemediyseniz, neden bu kadar sevdiğimi biraz anlatayım da belki siz de bu eğlenceye katılırsınız.

Bir polis dizisi gibi görünse de aslında bambaşka bir dünyaya adım atıyorsunuz. Jake Peralta, tam bir enerji topu. Yani, bu adam iş yaparken bile eğlenmeyi nasıl başarıyor, hala aklım almıyor. Tabii bir de onunla tezat oluşturan Captain Holt var. İlk başta soğuk, robot gibi duruyor ama zamanla o absürt esprileriyle öyle bir renk katıyor ki, her sahnesinde "Bu adam gerçekten ciddiyet mi yapıyor, yoksa dalga mı geçiyor?" diye kendi kendime sorarken buluyorum kendimi.

Jake’in olayı zaten ciddiyetle arasına mesafe koymuş olması, ne yaparsa yapsın çocuk ruhlu bir dedektif. Suçları çözerken bile bir yerlerde saçmalamayı başarıyor. Ama işte bu dizi sadece komiklikten ibaret değil. Karakterlerin aralarındaki o inanılmaz bağ, tam anlamıyla bir aile olmaları beni her izlediğimde yeniden etkiliyor. Özellikle Holt ve Jake’in baba-oğul dinamiği, Rosa'nın duvarlarının arkasındaki sıcacık kalbi, Amy’nin rekabetçi ama sevgi dolu halleri… Hepsi o kadar özenle yaratılmış ki, sanki yıllardır tanıdığın insanlar gibiler.

Ve unutmadan Terry… Ah Terry ve yoğurt sevgisi! Dev bir adamdan beklenmeyecek kadar duygusal ve sevecen. Departman neredeyse onun omuzlarında ayakta duruyor diyebilirim. Rosa'nın cool halleri, kimseye duygularını açmaması ama ekibe olan bağlılığı da ayrı bir güzel detay. İşin komiği ise Amy'nin sürekli yarış modunda olup not almak için yaşaması, bir yandan da Jake ile olan tatlı didişmeleri.

Dizinin en sevdiğim yanlarından biri de karakterlerin zaman içinde nasıl geliştiği. Başta hepimiz Jake’i sadece "çocuk ruhlu dedektif" olarak görüyoruz ama zamanla hem ilişkilerinde hem de işinde daha sorumluluk sahibi biri haline geliyor. Bu gelişim süreci o kadar doğal ve tatmin edici ki, her seferinde "Bu sefer nasıl olacak?" diye heyecanla izliyorsun.

Bir de komedi tarafı var ki, cidden her bölümde bir şekilde güldürmeyi başarıyorlar. Mizah anlayışı o kadar ince ki, bazen sadece bir bakışla ya da ufak bir hareketle bile kahkaha atıyorsunuz. Diziyi bu kadar defalarca izleyip hala gülebilmemin nedeni bu ince mizahı. Hem de hiç yaşlanmıyor, hep taze kalıyor.

Brooklyn Nine-Nine’ın bana hissettirdiği şey, sadece iyi vakit geçirtmekten çok daha fazlası. Kendimi bir süre sonra o ekibin bir parçası gibi hissediyorum. Onlarla kahve içip suç çözecekmişim gibi bir duygu var içimde. Sanki dostlarımla oturup muhabbet ediyor gibiyim. Dizi bitince o boşluk hissi bir süre geçmiyor. Ama işte güzel olan şu ki, istediğim an tekrar açıp o dünyaya dönebiliyorum.

Kısacası, Brooklyn Nine-Nine benim için favori dizim olma unvanını fazlasıyla hak ediyor. Hala izlemeyen varsa, cidden neyi bekliyorsunuz? Hemen ilk bölümü açın ve bu müthiş ekibe katılın derim.