Bütün mümkünlerin kıyısında

Anlatılmayanı görmeyi, söylenmeyeni hissetmeyi, konuşulmayanı duymayı değerli buluyorum bu günlerde.

Sabah 08.45. Üsküdar-Beşiktaş vapurundayım. Kulağımda İsmet Özel, Münacaat. Keyfime diyecek yok. Her sabah rutin haline gelen bu vapur yolculuğunda insanlara takılıyor gözlerim. Mutsuz, uykulu ve kederli birçoğu.

Saklamaya çalıştıkça daha da var olan hüznü ve çatık kaşlarıyla güzelim İstanbul manzarasını izliyor birisi. Düşünceli ve oldukça hüzünlü. Bir şeyler ters gidiyor olmalı. Bir şeyler hep ters gider zaten.

Gözleri hızlıca etrafı tarıyor. Maskesinin düştüğünü seziyor ve hemen sahtesinden bir tebessüm yerleştiriyor dudağının kenarına. Uzun zamandır kendisinden bile sır gibi sakladığı duyguları gün yüzüne çıkacak diye korkuyor.

Derken göz göze geliyoruz. 'Eyvah, yakalandım' der gibi bir endişe okunuyor bakışlarında. Ardından yanındaki kızı dikkatimi çekiyor. Bir şeyler söylüyor annesine neşeyle küçük kız. Kendisine hemen en kusursuzundan bir maske takıyor ve samimiyet kırıntılarıyla dolu bir kahkaha patlatıyor. Az önceki kederli halinden eser yok.

Sadece çocuklara has o marjinal sorulardan birini sormuş olmalı diye düşünüyorum. İnsanı afallatan, güldüren ve bir o kadar da düşündüren cinsten.

Tekrar göz göze geliyoruz. Gözlerindeki yorgunluk ve çaresizlik çok bariz. Hafifçe gülümsüyor ve 'geçecek' der gibi bakıyorum ona. Bir süre takılı kalıyor gözlerimiz. Başını usulca eğip mahcup bir gülümsemeyle karşılık veriyor bana.

Her şeyin uzun uzun, sayfalarca anlatılmasına gerek duymuyorum artık. Tek bir dokunuş veya bakış yetiyor bazen bir şeyleri anlamaya ve anlamlandırabilmeye. Bazen de ne kadar konuşursan konuş kelimeler kifayetsiz kalıyor. Anlatılmayanı görmeyi, söylenmeyeni hissetmeyi, konuşulmayanı duymayı değerli buluyorum bu günlerde. Büyüyorum belki de. Kim bilir?