Dün gece salonda yattın.
Hiç biri adil değildi aşkım. Dünyanın böyle olması senin suçun değil, ama inanır mısın, benim de değil. Ayrıca, artık ilaçlarımı almıyorum.
Dün gece salondaki koltukta yattın. Ben yatağımızda yapayalnızdım. Horlama sesin bile gelmedi kulağıma.
Kalkıp banyoya gidiyorum, her şeyi darmadağın bırakıyorum. Aynaya bakıyorum. İlaçlarımı almam lazım. Onun yerine yüzüme su çarpıyorum. Ellerime bakınca, dün gece bana bakışın, uzanan ellerin, gözlerin geliyor aklıma. Aynaya bir kez daha bakıyorum, yüzümde garip bir ifade var.
Sana ilk aşık olduğum zamanı düşünüyorum. Tüm hayatım boyunca erkeklerden uzak bir hayat düşlemişken, nasıl olduysa kendimi sana bir Nil Karaibrahimgil şarkısı gibi adamıştım. Bağımsız ve özgür bir yaşam için köpek gibi çalışmışken, şimdi, sen belki bana dokunmak istersin diye, vücudumu hindistan cevizi yağıyla kaplıyordum. Belki ararsın diye planlarımı iptal ediyor, sigara içtikten sonra dişlerimi fırçalıyordum.
Mutfağa geçip çayı koyuyorum. Çaydanlık kaynamaya başlıyor, sabah yeni doğmuş, penceremizin yani pencerenin önündeki ağaçtan süzülerek gelen güneş, mutfak tezgâhına düşüyor.
Şimdi, eşyaların kapının önünde duruyor. Gömleklerini ve pantolonlarını yıkadım, ütüledim de yerleştirdim. Kıyamadım sana, 38 yaşındasın ve hala ütü yapmayı bilmiyorsun.
O zamanlar bunların hepsini düşündüğüm için nasıl suçlu hissettiğimi hatırlıyorum. Beni ne kadar sevdiğini biliyordum. Gözlerin bir farklı bakıyordu, üstüme titriyordun, öyle tatlıydın ki. Yine de, içimde bir şey beni uzak tutuyordu. Senin için her şeyi yapabileceğimi kendime yediremiyordum.
Sonrasında üstesinden geldim tabii. Sevgimizle büyüdüğümü, aşıkken de özgür olabileceğimi gördüm. Yıllar geçti, gittikçe daha çok sevdik birbirimizi. Biz bir takımdık. Birbirimizi tamamlamıyorduk, çünkü hiç kimse eksik değildi, sadece yan yanaydık. El eleydik.
Sonra, bundan bir hafta önce, benden ayrıldın. Başka biri varmış.
Aldatılmak, bunun üzerine düşünüyorum da, ne güzel uyuyor, değil mi? Bu hüsran, başka birisiyle yattığın için değil. Ama hislerimi, düşüncelerimi, mutluluğumu aldattığın için. Sana verdiğim yıllarımı, umutlarımı, beni, seni deliler gibi seven beni aldattığın için.
İçimdeki dönen tüm bu fırtınaların hiçbirini anlatmadım sana çünkü açıkçası, anlayabileceğini düşünmedim. Senin için kendimden neler kopardığımı, zamanımı ve sevgimi nasıl bir peri tozu gibi üstüne serpiştirdiğimi ve sen uçarken ben zeminde nasıl ellerimi övünçle kavuşturup yaşlı gözlerle aşağıdan izlediğimi, hiç bilmedin.
Bir hafta boyunca her gece ağladım ve düşündüm. Bu kadar mıydım senin için? Kendinin tam potansiyeline ulaşmak için bir basamak, karakter gelişimin için 2. perdede karşılaştığın zorlu bir aşama.
Ben senin tüm sert köşelerini törpüledikten, dikenlerini parmak uçlarımla ayıkladıktan sonra şimdi, başka bir kadına gidecektin. Sen; olgun, tecrübeli ve şarap gibi adamken ben; kullanılmış, elleri kanlı, yaşlı ve nasıl huysuzsa adam bile dayanamamış denilen orta yaşlı bir kadın olacaktım. Zamanın tik taklarını ellerini ağızlarına siper ederek bağıracaklardı bana, tüm dünya kalbimi boğacaktı.
Hiç biri adil değildi aşkım. Dünyanın böyle olması senin suçun değil, ama inanır mısın, benim de değil. Tüm bunlar beni öyle öfkelendirdi ki. Ayrıca, biliyorum kızacaksın ama bir haftadır ilaçlarımı almıyorum.
Çayımı koyup tekli koltuğa çöküyorum. Koltukta öylece yatıyorsun.
Dün beni arayıp eşyalarını almak için uğrayacağını buz gibi bir sesle söylediğinde ilk ne düşündüm biliyor musun? Seni göreceğim için ne kadar mutlu olduğumu düşündüm. Sonra fabrikanın laboratuvarına indim ve bir şişe siyanür aldım. Yemin ederim, ellerim kendiliğinden hareket etti. Gözlerinin önünde öldürmek istedim kendimi. İntihar mektubumu yüz yüzeyken vermiş olacaktım. Hastaneye yetiştiremeyecektin beni. Panikle başıma kapanıp aşkını haykıracaktın, ellerinle yüzümü tutup seninle kalmam için yalvaracaktın. Hayatının sonuna kadar suçlu hissedecektin. Pişmanlıkla kıvranarak geçirecektin günlerini, hiç kimse deva olamayacaktı sana.
Akşam olduğunda tüm evi temizledim, süslendim. Geleceğini söylediğin saatten iki saat sonra geldin. Nasıl güzel geldin gözüme, anlatamam. Gözlerime bakmıyordun. Kahve içmeyi teklif ettiğimde yutkundun ve yarım ağızla peki dedin. Borçlu hissettin herhalde kendini. Benim kahveyi ağzıma sürmediğimi bilmiyordun bile.
Kahveleri koymak için dolaba uzandığımda telefonun çaldı.
“Efendim aşkım?” diyen sesin evimizde çınladı. O anda sanki bir şeyler koptu içimde, bilmiyorum o hissi bilir misin?
Severdin bu koltuğu. Şimdi de dudakların aralık uzanıyorsun, saçların darmadağın. Elinin üstüne yatmışsın, çok fena uyuşmuşsundur diye düşünüyorum.
Sonra geliyor aklıma, hissiz olan tek şey elin değil artık.
Anca nefessiz kaldığında baktın bana, eskiden her fırsatta gözlerime iltifat ederdin. Yüzünde komik bir ifade vardı, hiçbir şey anlamamıştın. Sen oksijen için kıvranırken öylece karşında durup bunu hak ettiğini düşündüm. Hiç de korkmadım, zaten hayatım boyunca yaptığım her seçim için yargılandım, bundan sonra daha da yargılanacaktım. Giydiğim her şey, çıktığım her adam, paylaştığım her fotoğraf yargılanacaktı. Ağır ceza mahkemesindeki birkaç hâkim, açıkçası, koymaz diye düşündüm. Tek bir kelime etmedim sana, sadece gözlerinin içine baktım ve bekledim. Sonunda koltuğa devrildin ve birkaç dakika sonra sesin kesildi.
Yani, üstüne pek düşünmedim aşkım.
Ama kahve kupalarını karıştırırım diye nasıl korktum anlatamam. Ben yerde cansız yatarken eşyalarını alıp, tek bir suçluluk hissi olmadan bu evden ayrılacağını ve ellerimle ütülediğim gömlekleri giyeceğin nice günlerini düşününce bir fena oluyorum.
Çayımı içip eşyalarımı topluyorum. Rujumu sürüyorum, gözüme bir güzel geliyorum. Kapıyı örtüp çıktım valla aşkım, seni uzun zamandır böyle uyurken görmemiştim, ne olduysa horlaman kesilmiş, uyandırmaya kıyamadım.