Dürüstlüğün Bedeli
Her daim yalandan kaçınan birinin tek bir yalanla hayatı geri dönülemez bir noktaya giriyor.
Yalan söylemezdi. 30 yıllık ömründe bir kez olsun ağzından yalan çıkmamıştı. Bir lanet gibi, çocukken bile yalan söylemişti. Kim bilebilirdi tek bir yalanın hayatını mahvedebileceğini? Hayatının sonunda kadar dürüst olmalıydı belki de. Ya da en başından itibaren yalanlar saçmalıydı ortaya. Beyaz da olsa, kimseye bir zararı olmasa da yalan söyleseydi, bir kez olsun, belki de başına bunlar gelmeyecekti. Halbuki bunu söylerken kötü bir niyeti de yoktu. Kalbi temiz, vicdanı rahattı. Tek bir şey demişti, ömrü boyunca tek bir yalan çıkmıştı ağzında.
“İyiyim.”
Bunu demiş ve hayatının yok oluşunu ön sıradan izleme şansını elde etmişti. Onun yalan söylemediğini bilenler ona inanmış, her zamanki hayatlarına devam etmişti. Nasıl diyebilirdi ki kalbinin paramparça olduğunu, aldığı nefesin zehir olduğunu? Hem söylese ne yapabilirlerdi? Hiçbir şey... O yüzden de yalana başvurmayı uygun görmüştü. En büyük hatası da buydu.
Gün her zamanki gibi olaysız geçerken onun kalbindeki acı her saniye şiddetleniyordu. Yine de yolundan dönmedi. Önce işine gidip en berbat gününü geçirdi. Öyle ki ortalığı birbirine katmıştı. Harika bir çalışan değildi ancak istenilen hedeflere ulaşan biriydi. Kimseyi yarı yolda bırakmamıştı ancak bugün farklıydı. Kalbi o kadar acıyordu aklında ne işi vardı ne başka bir şey. Aklının dağınıklığı ona büyük bir hata yaptırmıştı. Öylesi bir hataydı ki 4 yıldır çalıştığı yerden kovulmasına neden olmuştu. Şok olsa da üzülecek fırsatı yoktu. Eşyalarını alıp ayrıldı oradan. İş arkadaşlarının, zamanla dostları olan insanların yüzündeki şaşkınlığı ve acımayı görecek gücü yoktu. Hiçbir şey için gücü yoktu esasında.
Oradan çıkıp eşyalarını alıp evine gitmişti. Yol boyunca telefonu susmak bilmediği için sessize almak zorunda kalmıştı. Arkadaşları arıyor, mesaj atıyordu. Nasıl olduğunu, neden böyle bir şey olduğunu soruyorlardı. Kimileri ona başka bir işe girmesi için yardım edebileceğini söylüyordu. Böyle de vefalı dostlardı onlar. Ne yazık ki onun bunları ne okuyacak ne de dinleyecek takati yoktu. O yüzden gözlerini kapattı, kulaklarını tıkadı. Yalnızca dostlarına değil mantığına da sırtını döndü. Perdesini bile açmadığı, zifiri karanlık evde, bir zamanlar aşığı olduğu kanepede oturuyordu. İçindeki öfke, pişmanlık ile yalnızca kendi sesini dinliyordu. Ne yapabilirdi ki?
Eğer o mesajları okuyup arkadaşlarıyla dertleşseydi her şey farklı olur muydu? Ya da bir kez daha dürüst olup acınacak halde olduğunu, ne berbat bir vaziyette olduğunu anlatsaydı her şey farklı olur muydu? Kim bilirdi, sonuç değişecek olsaydı bile geçmişi değiştirmek mümkün değildi. Evrenin sınavı da buydu belki de. Her şeyi yapabilmek fakat hiçbir şeyi değiştirememek. Kanepesinde otururken bunları düşünüyordu kalbi paramparçayken. Her şeyi düzeltebilirdi, tek bir şansı daha olsaydı. Ne yazık ki evren hiç kimseye, koşullar ne olursa olsun ikinci bir şansı layık görmezdi. Belki de bundandı acınası vaziyettekilerin çokluğu.
Her şeyi yok sayıp kendisini bu hale sokan olay düşündü. En değerlisi, kalbi bu dünyayı terk etmişti. İlelebet. Kardeşi, canından çok sevdiği kardeşi, gitmişti. Ona arkada bırakıp gitmişti. Bunu düşününce kalbi derin bir sancı saplandı, nefesi kesildi. Büyük bir açlıkla ağzını açıp nefes almak isterken bile anlamsız olduğunu düşünüyordu bu çabasının. Neden nefes alıyordu? Neden o hala sıcakken kardeşi buz kesmişti?