Enteresan Bir Masal

Uzaydaki Ahtapot



Bir varmış bir yokmuş, uzun yıllar sonra uzayın derinliklerinde bir ahtapot belirmiş.

Ahtapotun nereden geldiğini o zamana kadar hiçbir canlı merak etmemiş çünkü ahtapot bir görünüp bir kayboluyormuş. Aynen o zaman olduğu gibi. Ahtapot gitmiş gitmiş, birkaç kez uzayın farklı noktalarında parlamış. Bazen parlaklığını kaybetmiş ama ilerlemekten vazgeçmemiş.

Bizim bu ahtapot yalnızmış. Kendi türüne benzemediği için arkadaşı yokmuş. Mesela sekiz kolu olması gerekirken üç kolu varmış. Kolları kıvrımlı bile değilmiş, hatta kolları kısa ve kalınmış. Bu yüzden ahtapotu tombul sananlar olmuş. Uzayda yuvarlanan bir gezegen gibi tombul ve yuvarlak. Görülmüş şey değil. Halbuki gezegenler cansızmış, oysa bizim ahtapot canlıymış.

Aynı ahtapot uzayda ilerlemeye devam ederken bir ara uzay sallanmış. Sallantıyı uzayın diğer tarafında yaşayan insanlar da hissetmişler.


Bu insanlar uzun zamandır buradalarmış ve onlar bildiğimiz insanlardan biraz farklılarmış. Çok fazla hareket etmezlermiş; genelde düz durur ve uzayı izlerlermiş. Eğer çok hareket ederlerse acıkırlar, acıkırlarsa ışıkları sönermiş. Bu yüzden dikkatli olmalılarmış. Işıklar onlar için önemliymiş. Işıkları bitmek üzereyse aceleyle bir yıldıza gider, ışık alır ve geri gelirlermiş.

Bunun yanı sıra bu insanların saçları yokmuş. Saçsız insanların en belirgin özellikleri saçsız olmaları değilmiş; saçsız başlarını korusun diye kullandıkları cam fanuslarmış. Bu fanuslar insanların uzaydan ışık almalarını sağlıyormuş. Üstelik fanuslar ağırmış. Ağır olduğu için insanların başlarının ağrımasına neden oluyormuş. Bazıları bundan şikâyet etmiş. Şikâyet edenlerden birisi aceleyle cam fanustan kurtulmak istemiş, fanusu başından çıkarmış. Fanusu başından çıkarınca uzaydan ışık alamamış. Işığı sönmüş.

Bu durum onlara ışığın önemini hatırlatmış, böylece uzayda dümdüz durmayı seçmişler.

Saçsız insanlar uzayda düz durmaya devam ederken bizim ahtapotumuz burada yaşayan insanlara görünmüş. İnsanlar, ahtapotu ilk gördüklerinde onu, bir yuvarlak sanmışlar. İki kere bakınca emin olmuşlar. Bu şey bir yuvarlak olamazmış. Bir kere canlıymış. Süzülürken kolları havalanıyor, 3 farklı dalga halinde etrafta dönüyor ve kendi kafasına çarpıyormuş.

Eğer dikkatli bakarsanız ve gözlerinizi kocaman açabilirseniz, ahtapotun kollarında duran şeyleri fark edebilirmişsiniz. Önce ilk kol. Bu kolda bir içecek kutusu varmış. Ahtapotun bu kolu ne zaman hareketlense kutunun içinden damlalar dışarı çıkıyor, uzayın içinde yuvarlak halde süzülüp de duraklıyormuş. Saçsız insanlar bu içeceğin bir gün biteceğini ve ahtapotun içeceği israf ettiğini savunmuşlar.


Sonra ikinci kol. Bu kolun tuttuğu şey havaymış. Uzayın derinliklerinde hava olmayacağını bilen saçsız insanlar şaşırmışlar çünkü bu bir mucizeymiş. Mucize ise uzayda olmazmış. Böylece saçsız insanların aklı karışmış ve insanlar dönüp birbirlerine bakmışlar.

Saçsız insanlar uzun zamandır uzayda oldukları için uzayı iyi bilirlermiş. Onlara göre uzayda ahtapot görmek normalmiş ama hava görmek imkansızmış. O zaman bu ahtapot havayı çalmış olmalıymış. Buna göre uzayda havayı çalabilen bir hırsız mı varmış? Eğer bu şey havayı çalabiliyorsa kendi ışıklarını da çalabilirmiş. İşte bunu düşünmek insanları korkutmuş çünkü insanlar için ışık çok önemliymiş. Işığın çalınmasına kesinlikle izin veremezlermiş. O halde hemen harekete geçmeli ve bu hırsızı kovmalıymışlar.

Derken bu insanlardan biri ileriyi, ahtapotun olduğu yeri işaret etmiş. Ahtapotun üçüncü kolunu gösteriyormuş. Diğerleri de bu kola bakmış. O da ne? Kolun ucunda küçücük, ufacık bir insan. Üstelik bu küçük insanın upuzun parlak saçları varmış.

O insan bazen dans ediyor, havada süzülüyor ve gülüyormuş. Eyvah! Bir insan gülebiliyormuş. Saçsız insanlar, bir insanın gülebildiğini daha önce görmedikleri için ne yapacaklarını bilememişler. Sonra bu saçsız insanlar birlik olmuşlar. Uzayda durmaktan vazgeçmişler. Harekete geçip ahtapotu kovmaya karar vermişler. Oysa saçsız insanların hareket etmeleri doğru değilmiş çünkü hareket ettiklerinde ışıklarının sönebildiğini hepsi biliyormuş ama ahtapotu kovmak o an onlar için daha önemliymiş. Zaten öyle de olmuş. Bazılarının ışıkları sönmüş ve sonra gözden kaybolmuşlar.

Bunu gören saçsız insanlardan bazıları korkmuş. Korkan bu insanlardan birkaçı hareket etmekten vazgeçmiş. Böylece ahtapotu kovmak isteyen insanların sayısı azalmış. Yine de pes etmemişler. Ahtapotu kovabilirlermiş. Acele etmeliymişler.

Hemen ahtapota doğru gitmişler, yaklaşmışlar ve ilk koldaki içecek dolu kutuyu çekip almışlar. Bu duruma ahtapot itiraz etmemiş. Ahtapotun karşılık vermediğini gören saçsız insanlar cesaret bulmuşlar, ahtapotun diğer kolundaki havayı almışlar. Bu da ne? Ahtapot yine karşılık vermemiş. Bunu gören saçsız insanlar hemen üçüncü kola saldırmışlar ve şu upuzun saçları ile küçücük boyu olan insanı da kapıvermişler. İşte bu kadarmış. Ahtapotun her şeyini almışlar. Artık bunlar kendilerininmiş. Çok zengin olmuşlar: İçi dolu bir içecek kutuları, uzayda olması imkânsız olan bir havaları ve ilk defa gördükleri, saçları olan küçük insanları olmuş.

Sonra kafalarını çevirmişler, ahtapota saldıracaklarmış ki, ahtapot yokmuş. Demek ki, ahtapotu kovmak bu kadar basitmiş. İnsanlar hem zenginleşmişler hem de ahtapotu kovmuşlar. İşte bu güzel habermiş.

Derken kutudaki içeceği merak edenler olmuş ve başlarındaki cam fanusu çıkarmışlar; bu insanların ışıkları sönmüş, bedenleri sönükleşmiş ve uzayda kaybolmuşlar. Saçsız insanlar anlamışlar ki, bu içeceği içmek onlara zarar verecekmiş. İçeceği içemeyeceklerini anlayınca havayı almaya çalışmışlar ama havayı tuttuklarında ellerinde görünmez olmuş. Oysa hava az önce görünüyormuş. Bazılarının aklı karışmış, havayı yakalamak isteyenler olmuş ve bu bazıları hızlı hareket etmişler. Ancak hızlı hareket ettikleri için yine ışıkları sönmüş, bedenleri silikleşmiş ve uzayda kayboluvermişler. Böylece havadan da bir fayda olmayacağını anlamışlar.

Sonra küçük insanla uğraşmak istemişler. Onun güldüğünü görüp ona kızmışlar. Kızdıkça mutsuzlaşmışlar. Mutsuzlaştıkça hareket etmişler ve hareket ettikçe insanların ışıkları sönmüş. Bazıları sinirlenmiş, daha da hızlanmış. Bu hızlananlar da silikleşmiş.

En sona küçük insanla bir tane saçsız insan kalmış. Bu küçük insan hala gülümsüyor, saçsız insan da kaybolan arkadaşları gibi mutsuz oluyormuş. Fakat sonuncu insan hareket etmemiş. Eğer hareket ederse ışığının söneceğini biliyormuş. Bu yüzden küçük insanı tutmaya son vermiş. Ancak etrafına şöyle baktığında bir de ne görsün? Uzaydaki tek saçsız insan kendisiymiş. Bütün arkadaşlarının ışığı sönmüş.

O zaman anlamış ki, önceleri yalnız değilmiş. Şimdi yalnızmış. Bunun nedeni ise ahtapotun sahip olduklarına saldırmalarıymış. Eğer saldırmasalarmış birlikleri bozulmazmış.