İnci Kolye
Hem uzun zamandır aç kalmış gibi iştahlı hissediyordu kendini, hem de günlerce yemek yiyemeyecek kadar tok.
Ne zaman görse, onu heyecanlandırır. İşte orada küçük kahverengi kutunun içinde. Dün gibi aklında, eşinin bu inci kolyeyi hediye ettiği gün. Yine aynı hevesle boynuna takıp, hızla mutfağa, fırına gitti. Eşinin en sevdiği yemeği yapmıştı, bugün ona müjdeli haberi verdiğinde yüzündeki ifadeyi görmek için sabırsızlanıyordu. Gelme saati yaklaşmıştı. Tepsiyi masanın ortasına koyup tekrar etrafa göz attı. Batmakta olan güneşin kızıl ışıklarıyla her şey kusursuz görünüyordu. Merdivendeki ayak seslerini duyunca son kez aynaya baktı. Elbisesinin kemeri ince belini sarmıştı, saçları omuzlarına dökülüyordu, yanakları heyecandan al al olmuştu. Bugün çok iyi göründüğünü düşündü, sanki uzun zamandır bu kadar güzel olmamıştı.
Kapı çaldı. Hızla açıverdi. Karşısında gördüğü adam… Gün doğumuydu sanki, nefesti, suydu. Heyecanla karşıladı.
“Hoş geldin hayatım.”
“Hoş buldum birtanem, oooo bu ne güzellik, gözlerim kamaştı.” dedi eşi, ayakkabılarını çıkarır çıkarmaz kadını belinden kavradı. “Neler yaptın sen böyle, içeriden mis gibi kokular da geliyor.”
Onun kollarındayken yaşadığı o huzur, hep aynı hep bulutların üstündeymiş gibi. Onunlayken aldığı nefesin ne kadar başka olduğunu hissetti, zamanın nasıl durduğunu... Saçlarına baktı, alnına düşen birkaç teli nazikçe kaldırdı. Sonra boynuna, omuzlarına kaydırdı ellerini, sanki ezbere bildiği bir şarkıyı hatırlamaya çalışıyordu. Sevdiği adamın o güzel gözleriyle, gözleri kavuştuğunda cevapladı.
“En sevdiğin yemeği yaptım bugün, sevgilimin midesi bayram etsin dedim” dedi tatlı gülümsemesiyle. Daha önce yaşayıp yaşamadığını hatırlamaya çalıştığı bu anın içinde devam etti, “Hadi ceketini ver de içeri geçelim”.
Masaya oturdular. Hem uzun zamandır aç kalmış gibi iştahlı hissediyordu kendini, hem de günlerce yemek yiyemeyecek kadar tok. Bu hissin duygularından ve heyecanından olduğunu anladı ve eşine o an söyleyemeye kadar verdi. Usulca elini eşinin eline götürdü ve iyice kavradı, “Hayatım, benim sana bir şey söylemem gerek.” Eşinin merak dolu, sevecen bakışlarının karşısında boğazını temizledi. “Ben hamileyim.” Adamın gözlerindeki merak şimdi yerini neşeye bırakmıştı. Tam ağzını açıp bir şeyler söyleyecekken kapı çaldı. Kadın kapıya baktı, sonra eşine çevirdi kafasını, ne olduğunu anlayamadı. Kapı bir kez daha çaldı, gözlerini kapatıp açtı bu kez. Eşine baktı, o güzel yüzü soluklaşıyor, silinmeye başlıyordu, ona dokunmak için ayağı kalktığında gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Tam dokunacakken kapı bir kez daha çaldı, istemsizce başını o yöne çevirdi…
Ufak bir an, belki birkaç salise sonra, kafası evinin kapısına baktığı yöndeyken gözlerini açtı. Beyaz kapının önünde gülümseyen bir yüz ona bakıyordu. “Füsun Hanım günaydın, bugün nasılsınız?” dedi, hasta bakıcı bütün enerjisiyle. Füsun ise yüreğindeki kuşun bedeninden ayrılmasıyla birlikte, ölü dünyaya gözlerini açmış gibi hissederken cevapladı, “İyiyim, iyiyim çocuğum.” Füsun’a şu an her şey fazlasıyla hızlı geliyordu. Sanki duyamıyor ya da anlayamıyordu. Hasta bakıcı hızla odayı toplarken, az sonra elinde kağıtlarla yeni biri girdi odaya, “Füsun Hanım Merhaba, ben Asistan Doktor Ahmet, tedaviniz süresince sizinle ben ilgileniyor olacağım.” Elindeki kağıtlara bakarak devam etti, “İşlemlere başlayabilmemiz adına bir yakınınızın imzası gerekiyor, eşiniz, çocuğunuz ya da bir yakınınız şu an burada mı?” Sorusuna cevap gelmeyince kafasını kaldırıp baktı. Füsun’un bakışları bambaşka bir yönde uzaklara gitmişti. Doktor yaklaşıp tekrar seslendi, “Füsun Hanım, birinci dereceden bir yakınınız var mı?” Yaşlı kadın gözlerini düşüncelerinin dünyasından kopardı, “Yok evladım, ben hiç evlenmedim, eşim de yok çocuğum da, ben imzalarım ne gerekiyorsa.” Sesinde yalnız olduğunu açıklamaktan bıkmış bir insanın sitemi vardı, titreyen elleriyle kağıtları karalayıp, odanın boşaltılmasını bekledi.
Herkes gittikten sonra uzanıp başucundaki çekmeceyi açtı, küçük kahverengi bir kutunun içinden, eski inci bir kolye çıkardı, titreyen parmaklarıyla kolyeyi takmayı denedi, takamadı. Göz yaşları yüzündeki çizgilerden, dinlene dinlene inmeye başladı. Kutuyu yerine koyup, yatağa uzandı. Kolyeyi avucunda toplayıp gözlerini kapattı, içinde tekrar aynı rüyayı görebilmenin ümidiyle.