MASUMİYET SONA ERER Mİ?
“İnsan sürekli yaptığı şey ne ise odur.” Aristoteles
"Anadan üryan, tek başımıza geldiğimiz bu dünyada, masumiyetimizi kaybetmemiz çok tuhaf değil mi, sence de? O zamanlar hiçbir şey hissetmeden, doğru ve yanlışı bilmeden tamamen masum bir şekilde nefes alıp veriyorduk, sadece. Tıpkı şu anda olduğu gibi... Çıplak ve masum... Aslında bu kadar basit... Ara ara kendime bunu hatırlatmak istercesine atıyorum kendimi, sulara. Sanki tüm kötülüklerden bu şekilde arınabileceğime inanıyorum. Benimkisi sadece bir inanç olabilir ama çok da zor olmayan bir yolla kendini iyi hissedebiliyorsun. Gördün mü bak, çok zor değilmiş. Çıplağım, çıplaksın... Bu kadar basit... Peki, o kadar masum muyuz? Tıpkı doğduğumuz gibi? Yoksa otuz yıl bizden çok fazla şey mi aldı? Ya da dünya o kadar masum mu? İşte, bu hiç de basit değil. Cidden anlayamıyor.." diye konuşmasına devam ederken, karşısında bulunan ejderha gözü sıkmış olabileceğini düşünüp, cümlesini yarıda kesti. Fakat, karşısındaki adam büyülenmişçesine onu dinliyordu. Tam tersi suratına takındığı ifade devam etmesini isteyen bir şekildeydi. Temmuz, bunun farkına varınca monologtan çıkarak, karşısındaki ile diyalog kurmaya karar verdi:
-Hey, sana soruyorum! Sence? Ne zaman kaybettik masumiyetimizi?
Temmuz'un sorusu ile kendine gelen adam, ilk başta kekeleyerek lafları ağzında gevelese de sonrasında tüm cesareti ile Temmuz'un gözlerine bakarak, oldukça klişe bir laf etti:
-Hayır, dünya masum. İnsanlar, değil.
Temmuz, gülmeye yeltense de, adam onu yarıda keserek devam etti.
-Ciddiyim, biliyorum klişe fakat demek istediğim o değil. Evet, dünya da değişti ama onu biz bu hale getirdik. Sonra da oturup, getirdiğimiz halden yakındık.
Bir an duraksadı ve gözlerini yarısı suyun üzerine çıkmış, ay ışığının etkisi ile altın birer küre gibi paryalan göğüslerine indirdi. Sonra suyun içine elini daldırarak, Temmuz'un elini bulup, göğsüne götürdü.
-Dinle! Seni tanımıyorum, sen de beni tanımıyorsun. Fakat şu an, şu suyun içinde çırılçıplak bir halde konuştuklarımıza bak. Kalbine bak. Senin gibiler de var. Eee, tabii, mütevazi olamayacağım, benim gibiler de...
Bu sözlerin üzerine Temmuz gülümsedi. Kendini iyi hissetmişti. Çok basit birkaç kelime kendini hiç olmadığı kadar iyi hissettirmişti. Aslında hayat da böyle bu kadar basit olmalıydı.
Birlikte derileri buruş buruş olana, anne karnından yeni çıkmış bir bebeğinin görünümüne gelene kadar oynadılar. Güneş, bu sabah normalden çok farklı doğmuştu. Temmuz, sanki başka biriydi. Konuştukları kalbine dokunmuştu. Henüz adını bile bilmediği bu adamla karşılaşmalarını anlamlandırmaya çalışıyordu. Anne rahminden yeni çıkmış bir bebek gibiydi. Dünyanın ışıltısına yabancı, masumiyeti ile bembeyazdı. Yeni doğmuştu... Hikayenin nasıl sona ereceğini merak içinde bekliyordu. Değişmeden mi, değişerek mi?