Pinterest Estetiği: Dışsal Onay Arayışının İçsel Tatminsizliği
Pinterest estetiği, hayatı sürekli idealize ederek gerçekliği gölgeliyor ve bu da insanların kendilerini yetersiz hissetmesine yol açıyor.
Bir uygulamanın tesir ettiği hayatlarımız… O kadar güzel, o kadar pozitif ki, bazen o hayatı biz yaşıyormuşçasına bizi içine çekiyor. Ama uygulamadan çıkınca gerçekliğe geri dönüyoruz. O renkli, kusursuz, dertsiz, tasasız fotoğrafların bizde bıraktığı etkiyi belki saatlerce tartışabiliriz. O karelerdeki hayat için hayaller kurup çabalayan insanlar, bir fotoğraf karesine aldanıp hüsrana uğrayanlar… Sorgulatıyor, öyle değil mi? Hayatın efektlerden ve sadece estetik görsellikten oluştuğunu düşünmemizi mi istiyor, yoksa her şey sahte mi, tartışılır.
Biraz da dünyada bir şeylerin değişmesine sebep oldu sanki. Dünyanın dört bir yanından insanların nasıl bir hayat yaşadığını görebiliyoruz. İçilen kahvenin, takılan aksesuarların, yaşanılan ve bulunulan ortamın hep bir estetik görsel algı çerçevesinde objektiflere yansıması var. Sahte mi acaba diye düşündüğümüz o karelere baktığımızda, günümüz göz önüne alındığında, sanki yapay zekâ tarafından tasarlanmış bir hayatla karşı karşıyayız gibi hissediyoruz. Ancak estetik anlayışın yıllardır benzer şekilde var olması, bu görsellerin aslında yapay değil, gerçek hayattan izler taşıdığını fark ettiriyor.
Ama bir noktada şöyle bir gerçek çıkıyor karşımıza: Bu estetik dünyaya hayran kalırken, bir yandan da kendi hayatımızı küçümsemeye başlıyoruz. Çünkü Pinterest’te gördüğümüz o kusursuz sabahlar, minimal odalar, kahve eşliğinde kitap okunan gün batımları, bir kupa güzel kahvenin yanında birkaç adet cookie, bizim gerçekliğimizle pek örtüşmüyor. İşe geç kalınan sabahlar, bulaşık yığınları, bitmeyen sorumluluklar arasında o kareler bazen can sıkıcı birer hatırlatmaya dönüşüyor. Gerçek hayat çoğunlukla bu düzenli ve estetik görüntünün çok uzağında, ve bu durum kişide derin bir yabancılaşma hissi yaratabiliyor.
Pinterest’te gördüğümüz o kareler, günlük hayatın içindeki doğal bir an değil. Aksine, üzerine uzun uzun düşünülmüş, ışığı, efekti, açısı bunların hepsi birbir hesaplanarak çekilen kareler. Gerçek hayatta o kahve soğuyabilir, gün batımında odan dağınık olabilir, tatlı yaptığında kırmızı pötikare bir örtüde bir tutam kenarına serpilmiş unla da yapmıyorsundur. Lakin Pinterest’te her şey yerli yerinde; dağınıklığın bile dozu vardır. Tüm mesele sunum aslında. Çünkü zamanla sosyal bir baskı, yetersizlik oluyor bireyde. Kimsenin hayatı mükemmel değil ama öyleymiş gibi sunuluyor. Gerçek yaşamın en samimi anları, spontane gelişen anlarıdır.
Elbette ilham verici olabilir görseller ama gerçeklik göz ardı edilmemeli. Tasarımcılar için özellikle mükemmel bir ilham yeridir Pinterest. Fakat bir süreden sonra ilham olmayı değil, ilham alarak yeni bir şeyler üretmeyi değil, kopyalamayı güzel bir şey gibi pazarlıyor aslında.
Zamanla estetik, içeriğin önüne geçiyor. Pinterest pikniği denilen bir şey var. Piknik, ezelden beri var olan bir etkinlik. Ama estetik kaygımız olduğu için kullanılan piknik sepetleri ve o kırmızı beyaz pötikare örtü olmazsa olmazımız oldu. Benzer piknik fotoğraflarıyla dolup taştı sosyal medyalar. Herkesin aynı şeyi paylaşması sizce bir içerik üretimi mi, yoksa tekrara düşen görsel bir sunum mu? Sadece bir mecra değil, bütün sosyal medya uygulamalarında aynı estetik sürdürülüyor. Gidilen mekanlarda bile estetik uyumu aranıyor. Instagram’a girdiğimizde “Herkesin aradığı o Pinterest tarzı kafeyi bulduk” gibi paylaşımlar yapılıyor. Sadece o da değil; Pinterest tarzı kıyafetler, mekanlar, takılar, etkinlikler, posterler… Artık bireyler ve içerikler birbirinin benzeri haline geldi; bu da özgünlük ve yaratıcılık konusunda endişe yaratıyor.
Yazarların bile bloglarında yazdıkları yazılardan çok, yazıların arasına serpiştirilen görseller daha çok ilgi görüyor. Bu da günümüzde içeriğin biçim ve görselliğe ne kadar bağımlı hale geldiğinin bir göstergesi.
En büyük düşmanımız tatminsizlik. Özellikle genç kesim arasında estetik kaygının baskısı var. Her ne yapıyorsak iyi ve güzel görünmeli, göze hitap etmeli. Anı yaşıyoruz evet, ama ne derece sorgulanır? Çünkü anı yaşamaktan çok, o anı yaşadığımızı nasıl sunmalıyız o önemli. “Acaba nasıl görünüyor?” kaygısıyla yaşıyoruz. Sadece onay üzerine yaşamak aslında. Beğenilme, takdir edilme ve onay görme arzusunun getirdiği tüketim tatminsizliği diyebiliriz. Dışsal onay arayışından ötürü yaşanan içsel tatminsizlik söz konusu.
Bir de Pinterest’in gizli tüketim çağrısı var. Sürekli estetik görüneceğiz diye para harcadığımız, oturduğumuz koltuklara aldığımız renkli yastıklar, örttüğümüz battaniyeler, kahve içtiğimiz bardakların haddi hesabı da yok.
Sonuç olarak, Pinterest ve benzeri platformların sunduğu estetik hayatlar hem büyüleyici hem de ulaşılması güç idealler olarak karşımıza çıkıyor. Ancak önemli olan, bu görsellerin ardındaki kusursuzluğun yalnızca bir anı donatan efektler olduğunu unutmamak ve kendi hayatımızın özgünlüğünü, samimiyetini koruyabilmektir. Çünkü gerçek mutluluk, başkalarının kusursuz karelerinde değil; kendi karmaşık, renkli ve bazen kusurlu ama gerçek yaşantımızda gizlidir.