Sevgi Ölümden Güçlü mü? Ruhun Hayatta Kalma Sırrı

Bazen yaşamak için nefes değil, sevgi lazım olur. Peki ya sevgi gerçekten ölüm kadar güçlü mü?

Ölüm… Kolay söylenen ama başa geldiğinde insanı boş gözlerle etrafına baktıran, psikolojik bir enkaza sürükleyen o tek kelime. Bazen anın verdiği hisle “Keşke ölsem” ya da “Ölsem de kurtulsam” dediğimiz oluyor. Ama o anın ardında ne geleceğini, neyi götüreceğini bilemiyoruz.

Açlık, susuzluk, havasızlık, ölümcül alerjiler, kronik hastalıklar, gripler, yiyecek zehirlenmeleri, kazalar, intiharlar, yaralanmalar… Ölüm bir şekilde hep vardı, hep ensemizdeydi. Peki bu kadar yakınken insan ne yapar?

Zaman zaman hepimiz niye var olduğumuzu sorguluyoruz. İnsanız sonuçta; hayatı sorgulamak en doğal hakkımız. Yukarıda saydım pek çok sebebi, ama ya sevgisizlik? O da bir ölüm sebebi olamaz mı? Bence olabilir.

Düşünsene, hayatın boyunca en çok sevgi görmek istediğin insanlardan hiç doğru düzgün sevgi görmemişsin. Bir kere bile… İnsana kendini çöp gibi hissettiren bir duygu bu. Bazen bir aile sevgisizliği, bazen sevgiliden eksik kalan o sıcaklık. Ama yine de inat ediyorsun sevilmeye. Çünkü diyorsun ki, “Ben seviyorsam, insanlar da beni sevmeli.” Ama öyle olmuyor işte. Keşke her gösterdiğimiz değer, sevgi ve saygı karşılığını bulsa…

Peki herkes tarafından sevildiğimiz bir hayat düşünelim. Ailemizin, arkadaşlarımızın, sevdiklerimizin sevgisiyle çevrili bir yaşam… Hepimiz “Güzel olurdu” deriz muhtemelen. Çünkü sevgi, bir insanı yaşatır. Bedensel engelin olsa bile seni seven insanlar varsa ömrün uzar. Kalbin iyileşir, organların mutlu olur, miden bile rahatlar.

İnsan burada bir de kendine sorar: “Peki ya kendime olan sevgim?” Burada mesele başkasından sevgi görmekte değil aslında. Sen kendini sevmelisin en başında. Kendini güzel seven başkasını da güzel sever.

Dinlediğim podcastler, okuduğum kitaplar, konuştuğum insanlar… Hiç kimse “Kendime olan sevgim ömür boyu sürer” diyemiyor. Çünkü insan, “Eve gidince haber et” diyen birini istiyor. Sabah “Günaydın” mesajıyla uyanmak, uyumadan önce “İyi geceler” cümlesini duymak istiyor. Eve vardığında seni merak eden, sabah güneşle beraber uyandığında “Uyandın mı?” diye soran birileri olsun istiyor.

Olmalı da… Çünkü bu dünyada tek olmadığını, seni düşünen birinin varlığını bilmek insanın ruhuna iyi gelir. Hasta da olsan, sağlıklı da olsan, maddi durumun iyi ya da kötü olsa bile…

Aslında hepimiz ölüm ve yaşam arasında bir salınımda yaşıyoruz. Gece başını yastığa koyduğunda iç hesaplaşma başlıyor. İşte o an, kafan rahat olmalı. Çünkü sevgi öyle bir şey ki, kanserin bile tedavisinde etkili olabiliyor. Sevildiğini hissedip moralin yüksekse iyileşiyorsun. Ama yalnızlık çöktüğünde miden ağrıyor, ciğerin sıkışıyor.

Belki sen sevginin bu kadar önemli olmadığını düşünebilirsin (ki bu bence imkânsız). Ama gel, bir düşün: Sevgi gerçekten ilaç mı? Ölüm ile sevgi arasında bir bağ var mı?

Mesela hayvanını ele al. Hasta olduğunda ona verdiğin sevgi, iyileşmesine yardım etmiyor mu? Sokakta gördüğün bir köpeğin başını okşayıp ona su verdiğinde, o sana sevgiyle bakmıyor mu? Seni unutmuyor.

Ama bir de madalyonun diğer yüzü var: zoraki evlilikler, şiddet, zorbalık… Bunlar pozitif değil, aksine insana “Keşke ölsem” dedirten şeyler. Negatif duygular, hem bedenimize hem ruhumuza zarar veriyor.

Yaşama tutunmak için sebeplerimiz vardır. Tutunduğumuz dalın meyvesi ise sevgidir.

Ve Viktor Frankl’ın dediği gibi: “Sevgi, ölüm kadar güçlüdür.”