Seyahat Notlarım #2 Kadınların Ülkesi"İspanya"

Yeni yerler görmek hayaliniz mi? Peki orada yaşamak?...

Endülüs'e Yolculuk

Seyahat serimin ikinci kısmından hepinize selamlar!

Bu yazı içerisinde sizleri İspanya'nın en eski topraklarına yani, Endülüs bölgesine götüreceğim. Burada gezinirken bol bol İslami bir sanattan bahsedeceğiz. Çünkü Endülüs bölgesi 8 asır boyunca müslümanlara ev sahipliği yapmıştır. Burada o dönem "Altın bir çağın" yaşandığı söylenmektedir. Sebebi ise sanattan tutun da bilim, edebiyat vb bir sürü alanda günümüzün bile keşfetmediği keşiflerin,buluşların yapılmış olduğu söylenmekte. Fakat "E peki bu eserler şimdi nerede?" diyecek olursanız; o dönem Katolikler tüm Endülüsteki İslam dinine mensup Müslümanların yazmış oldukları, üretmiş oldukları tüm ilim-bilim kitaplarının hepsini yakmışlardır. Yakmalarının en büyük sebebi ise bu büyük medeniyetin başlangıcının Endülüs, yani Müslüman olan bir devlet ile olduğunun anılmasını istemiyor oluşlarıdır.

Eğer bunları yakmasalardı şu an araştırmacılar, bilim insanları başka gezegenler arası ulaşım ile ya da şu an aklımın bile alamayacağı başka üst düzey konular ile ilgileniyor olabilirdi.

Burada üstüne basa basa söylemekte yarar var, "medeniyet" çok önemli bir şey. Din ve ilimi-bilimi bir arada götürmeliyiz ki asıl hedefimizden, yolumuzdan şaşmayalım.

Buraya İbn-i Rüşt'ün duyunca çok beğendiğim bir sözünü ekleyerek bu kısmı kapatmak istiyorum.

“Birgün aklınız ile dininiz arasında kalırsanız, aklınızı kullanın. Çünkü aklı veren de Allah’tır.”

                                İbn-i Rüşt

Evet...

Buradan yolumuza devam edeceksek ilk durağımız Kraliçe'nin şehri:

"Granada"

Şehrin girişi çok yazlık bir kasabayı andırıyor. Bol yeşillikle karşılaşıyorsunuz, her yerde zeytin fideleri yoğunlukta olmak üzere bir sürü bitki örtüsü ile seyahat ediyorsunuz.
Tabi şu an anlatırken aklınızda canlandırmak için en azından Ayvalığı düşünseniz bile -ki Granada ile kıyaslanamaz bana göre- hemen hemen aynı ortamın hissini veriyor.

Bizim ülkemizin -evet seyahat eden herkesin söylediği gibi- gerçekten her yeri ayrı güzel ve özel. Bu yüzden seyahat edebilmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Gidip görebildikçe bazı şeylere daha realist bir açıdan bakma şansınız doğuyor. Daha çok kıymetini biliyorsunuz. Bu arada kimse doğduğu, yetiştiği, büyüdüğü toprakları kolayca bırakıp gitmek istemez fakat her jenerasyon da göçün kişinin omzuna yüklediği o ağırlığı bilemez, kaldıramaz. Bunlar çok daha kişiye özel konular olmakla birlikte değinmek istediğim asıl şey "gezip görebilmek" nin önemi. Her yaşta yeni bir yer tanımak eminim çok güzeldir fakat özellikle gençken buna sahip olabilmek çok daha önemli bir tecrübe. Maalesef ki şu an içinde bulunduğumuz durum biraz Marksist bir açıdan yaklaşacak olursam çoğunlukla ekonomik sıkıntılar sebebiyle ya zor şartlar altında elde edilebiliyor ya da hiç edilemiyor. Bu sebeple bunu yapmak isteyip yapamayan herkesin de buna sonuna kadar hakkı olduğunu, burada kendi görüşlerimi de anlatarak bir nebze olsun cesaretlendirmem gerektiğini düşünüyorum. Her şey için mutlaka bir yol vardır. Kendi nezdimde gezip görerek birçok şeyin yemeğinden tutun insanlarına,insanlarından tutun iş hayatına, sokakta nasıl yürüdüklerine, hangi yerlerde neyin daha çok beğenildiğine gibi birçok dikkat çekmeyecek fakat yaşayan birinin önemseyeceği yönlere dikkat etme şansı tanıdım. Bir ülke bile kendi içinde bölge bölge değişebiliyor. En basitinden kendi ülkemizi düşündüğümüzde bile bu böyle, bir Ankara'yı düşünün bir de Bursa'yı.
Buradan çıkarmak istediğim sonuç; güzel bir yaşam hayaliyle hızlıca, düşünülmeden atılacak adımlar, keşfetmeden atılan adımlar güzel hayallerle başlanan hikayeleri olduğundan daha zor bir hale çevirebilir. Turist olmak özellikle de turist olduğunuzun dışarıdan bakıldığında hemen bilinmemesi bu anlamda çok güzel bir şey. Seyahat edip gezerken, sokağa karışıp oradan biri olduğunuzda ne hissedeceksiniz? Bana göre asıl önemli olan o. Çünkü orada yaşarsam bende onlardan biri olacağım ve bu beni mutlu eder mi? Lütfen gündemi ve abartılan Avrupa kısmını bir kenara koyup düşünün ve cevap verin. Her şey fotoğraflardan çok güzel ve kendi görüşüm o topraklardaki devletlerin en akıllıca yanı ellerinde sahip oldukları şeyleri "insan için kullanmaları". Gezdiğiniz, gördüğünüz her şey sizin için. Devlet, sizin için var. Arkanızda "burdayım" diyor. Aslında yapılması gereken şeyi yapmaktalar da...Fazla derin sularda boyumu aşmadan yüzüyorum ama son bir defa size büyük konuşacak olursam, her kim giderse gitsin eminim ki gideceği yeri -kendimi de baz alarak-çok beğenecek -eğer ki hayali olan bir yer ise- fakat 1 hafta yoğun olarak orada vakit geçirdikten sonra o uzaktayken elde etme hayali ile düşündüğü hâlinden daha az beğenir olacak. Çünkü o duygusal tarafını artık tatmin etmiş olduğu için daha realist bir göz ile eleştirmeye, bakmaya başlayacak. İşte bu benim önemsediğim bir şey! Gittiğiniz yer ile yaşadığınız yer arasındaki şartları kıyaslayabilmek. Vizyonunuzu açacak en önemli yanlardan birinin de bu olduğuna inanıyorum.

Evet nereden nereye geldim! Bu konularda çenemin çok daha fazla düştüğüne şahit olanlar olmuştur. Gezimin rotasında burada sadece konaklama yaptığımdan kendi fikirlerimi uzun uzadıya anlatmanın iyi bir zamanla olduğunu düşündüm ve çok temel birkaç şeyden bahsedip bir de sizlere oradan çektiğim bir görseli bırakmak istiyorum.

Öncelikle Granada "nar" demektir. Burada doğan her bir çocuk için bir "nar ağacı dikme adeti" vardır.

Aynı zamanda buranın en zenginleri -en başta anlattığım tarım sebebiyle- çiftçilerdir. Memleketimin güzel insanları duymasın!

Akşam, şehre ilk ayak bastığımda beni bir konser karşıladı. Hemen koşup konser alanını etrafını, içerideki kitleyi incelemek istedim. Çünkü hiç kavga yoktu(!) Yüksek sesler ve kargaşa da ortama hakim değildi. Herkesin kendine ait masası ve arkadaşları vardı. İsteyen yemek yiyor, isteyen içkisini içiyor ve dans ediyordu. Güvenlik önlemleri de yeterli bir güç olarak oradaydı.

(Bir iç çekmedim dersem yalan söylemiş olurum...)

Dolaşmaya devam ederken, 26 derecelik güzel de bir hava, akşam esintisiyle mükemmel bir ikili olmuştu. Yorgunlukla karışık etrafta gezinirken birçok yerin saat daha 9 olmasına rağmen kapandığı dikkatimi çekti. Bilirsiniz ki ülkemizde özellikle de sıcak havalarda birçok kişi için gün, aslında 8'den sonra başlar. Orada ise tek tük yemek yerleri ile karşılaştım.

Minimal bir yerleşim olarak, durağan bir hareketlilik vardı. Dolaşmak ve vakit geçirmek için güzel bir yer diyebiliriz tabii ki ama benim o an İspanya'dan almak istediğim enerjiyi açıkçası bana verememişti.

Granada sokakları/çekim bana ait

Son olarak yazmış olduğum ve yazacak olduğum her şey kimseyi zan altında bırakmak ya da herhangi bir yöne çekmek için kelimelere dökülmemiş olduğunu söylemeliyim. Sadece yaratılan algıları olumlu anlamda kırmak, farklı bakış açıları sunmak amacım. Belki bazılarımız için çok uzak bir hayal olarak görünüyor olabilir. Belki bu durum onları üzüyor da olabilir. Buradan onlara her şeyin yansıtıldığı gibi olmadığını, bazen yansıtıldığından daha iyi olduğu gibi daha kötü olduğunu da en şeffaf düşüncelerimle paylaşmak istedim.

Bir sonraki yazı da sizleri Herkül'ün hayat verdiği yer olan Segovia'ya götürüyor olacağım.

Devamı için takipte kalın!