Sokağın Yalnızlık Senfonisi

Maskelerini siyaha boyarken sonsuz gece; bulutlar süzülüyordu gizlice ve görünmez bir şekilde.

Eskimiş bir bank, gecenin ıssız ve karanlık tarafında sokakta bulunan nesnelerin merkezi gibiydi. Maskelerini siyaha boyarken sonsuz gece; bulutlar süzülüyordu gizlice ve görünmez bir şekilde. Bir şeyden saklanırcasına etrafa dağılıp gökyüzünün minik lambaları için yer açıyorlardı. Rüzgâr sayesinde etrafa savrulan siyah çöp poşetleri sesinden başka ses yoktu sokakta. Gri kaldırıma kafa tutarcasına taşların arasından el sallıyordu bana yeşil çimenler. Yemek bulmak için küçük patili kediler kaldırımların soğuk taşlarına basarak etrafta dolanıyorlardı. Sokak lambası her üç dakika da bir sönerek görevini Ay’a teslim ediyor fakat sokağı, tüm sırları ortaya çıkarırmışçasına aydınlatan ay yavaşça binaların arkasına saklanarak ortadan kayboluyordu. Sokak lambasının aydınlatamadığı eski bankın birkaç metre ötesinde küçük bir marketin kırmızı tabelası gözüme ilişiyordu. Marketin tabelası, cılız sokak lambasının ve ayın ışığına nazaran güneş gibi parlıyordu. Sokakta birçok lamba olmasına rağmen geceyi yeterince aydınlatamıyordu güçsüz ışıklar. Nadiren yoldan geçen arabaların farları sokağın karanlığını bölüyordu. Binaların arasında kalmış eskimiş kahverengi bir çardağın üzerinde bira şişeleri duruyordu. Sokak lambasının ışığından aldığı güçle kendini parlatmaya, göze batmaya çalışıyordu adeta. Binanın duvarlarının boyası eskimiş ve yer yer dökülmüştü; birçok kısmı da rutubet yüzünden kabarmıştı. Küçük yuvarlak taş masanın kenarları aşınmış ve kırılmıştı, masanın hemen altında beton kırıkları hâlâ duruyordu. Önümde duran turuncu, yaşlı apartmanın camında orta yaşlı bir adam sigara içerek o da benim gibi sokağın sessizliğini dinliyor ve gökyüzünü, gri taş kaldırımları, eski ve boyaları sökülmüş balkon demirlerini izliyordu. Sigarasının dumanı yükselip havada dağılarak dans ediyordu adeta. Kimsenin geçmediği bu sokak azarlanmış küçük çocuk gibi sessiz ve küs duruyordu bu saatlerde. Eski binalar, cılız sokak lambaları, etrafta gezen sokak hayvanları hatta o minik bakkalın güneş gibi parlayan tabelası bile sokağa yalnız olmadığını hissettiremiyordu. Bahçenin en ucunda, ihtişamlı kalın gövdesiyle bir bekçi gibi orayı koruyan çam ağacı rüzgârın etkisiyle bir sarhoş gibi savruluyordu. Bu heybetli, ulu çam ağacı binanın ilk inşa edildiği zaman buraya dikilmiş kadar yaşlı duruyordu. Ağaç belki de çok daha eskiydi ama görüntüsü tüm sokağı güzelleştiriyordu. Sonsuz gökyüzüne uzanan yüzlerce dal, gök kubbeyi dik tutan atlas gibi göz alıcı bir şekilde capcanlı duruyordu. Rüzgârda savrulurken gözyaşlarını da döküyordu bahçenin solmuş çimenlerine. Hataları gece gibi örten sonsuz karanlık içinde sessiz sedasız, zamana yenik düşerek eskimeye devam edecekti bu yalnız sokak.