Sürekli Hareket Halinde Olmak Zorunda Hissetmek

Modern Zamanın Ritmini Yeniden Yazmak

Günlerin peşi sıra akıp gittiği, zamanın adeta bir nehir gibi önümüze serildiği bu çağda sürekli hareket halinde olmak zorunda hissetmek, insan ruhunu yorgun düşürür. Hayat temposunun yoğunluğu, her an bir yere yetişme telaşı, sanki görünmez bir iplikle bağlanmışız gibi bizi oradan oraya sürükler durur.

Modern yaşamın karmaşası içinde, sanki her şeyi bilmek zorundaymışız gibi bir baskı hissederiz. Her konu hakkında bilgi sahibi olmak, her gelişmeden haberdar olmak, sürekli yeni şeyler öğrenmek zorunda bırakılırız. Bilgi çağında yaşamanın getirdiği bu beklentiler, ruhumuzu ağır bir yük gibi sarar. Sanki bilmediğimiz her an eksik kalacakmışız gibi, her eksikliğimizde bir şeyleri kaçırıyormuşuz gibi hissederiz. Bilgiye ulaşmanın bu denli kolay olduğu bir dünyada, her an bilmediğimiz bir şeylerin varlığı içimizi rahatsız eder.

Bilgiye olan bu açlık, her zaman tatmin edilemeyen bir arzuya dönüşür. Sanki biz bilmezsek, öğrenmezsek, dünya bir adım daha ilerleyecek ve biz o adımın gerisinde kalacakmışız gibi. Her konunun uzmanı olma isteği, bizden beklentilerle birleşerek üzerimize büyük bir baskı kurar. Zaman zaman bu bilgi arayışı içinde kayboluruz. Hangi bilginin gerçekten önemli olduğunu, hangisinin sadece bir bilgi yığını olduğunu ayırt edemez hale geliriz.

Oturup anın tadını çıkarmak neredeyse bir lüks haline gelmiş gibi. Anın tadını çıkarabilen, hayatın küçük güzelliklerini fark edebilen insanlara karşı içimizde sanki bir kıskançlık var. Onların rahatlığını, keyiflerini gölgelemek ister gibi çamur atıp duruyoruz. Sanki durup dinlenmenin, hayatın tadını çıkarmanın sadece belirli bir kesime özgü bir ayrıcalık olduğunu düşünüyoruz.

Anın tadını çıkarabilen kişilere genellikle "tuzu kuru" deriz. Sanki sadece maddi rahatlığa sahip olanlar, hayatın keyfini sürebilirler gibi bir yanılgıya kapılırız. "Parası vardır, rahattır" diyerek onların huzurunu maddi refaha indirgeriz. Oysa gerçek huzur maddi varlıklarla sınırlı değildir. İç huzuru bulmak, anın tadını çıkarmak, her insanın hakkıdır ve her insanın yaşamında yer bulmalıdır.

Bu tür önyargılar kendi huzurumuzu da bozar. Başkalarının yaşam tarzlarına karşı benimsediğimiz bu negatif tutum, aslında kendi içimizdeki eksikliklerin bir yansımasıdır. Anın tadını çıkarmanın, durup dinlenmenin suçlulukla ilişkilendirildiği bir dünyada, biz de kendimize bu hakkı tanımakta zorlanırız. Oturup bir an olsun dinlenmek, bir kitabın sayfalarında kaybolmak, bir fincan kahvenin kokusunu içine çekmek... Bu küçük anlar hayatımızın yoğun temposunda kaybolup gider.

Sürekli bir yerlere yetişmeye çalışırız, ama neye yetişmeye çalıştığımızı dahi bilmeyiz. Hayatın hızlı akışında, amaçsızca koşturur dururuz. Bir şeyleri kaçırma korkusu, zamanımızı boşa harcama endişesi, bizi adeta esir alır. Her an üretken olma zorunluluğu, her an bir şeyler başarma isteği ruhumuzu yorar.

Sosyal medyada gördüğümüz insanlardan etkilenmek, bu dijital çağda kaçınılmaz bir durum. Ekranlarımızda beliren mükemmel hayatlar, sürekli olarak karşımıza çıkan başarı öyküleri, bizleri derinden etkiliyor elbette. Kimi sabahın beşinde kalkıyor, sporunu yapıyor, sağlıklı bir smoothie yudumlayarak güne başlıyor. Hatta öğlene kadar pek çok toplantıya girip çıkıyor, projelerle ilgileniyor, işlerini hallediyor. Bu kişilerin başarıları, disiplinleri ve verimlilikleri, bizde büyük bir hayranlık uyandırırken, aynı zamanda bir tür kıyaslama hissi yaratıyor.

Henüz saat onda kalktığımızda, bu insanların sabahın erken saatlerinde neler başardıklarını görünce içimizde bir telaş doğuyor. "Eyvah" diyoruz kendi kendimize, "yine zamanımı boşa harcadım." Hayır, sen sadece dinlendin. Çünkü zihninin, ruhunun ve bedeninin buna ihtiyacı vardı. Bu basit ama önemli gerçeği anlamalıyız. Dinlenmek, zamanını boşa harcamak demek değildir. Her insanın ihtiyaçları, ritmi ve yaşam tarzı farklıdır.

Kendi ihtiyaçlarımızı ve sınırlarımızı bulmak, bu kıyaslama hissinden kurtulmamıza yardımcı olur. Sabah geç kalkmak, günün erken saatlerinde bir şeyler yapmamak, başarısızlık veya tembellik anlamına gelmez. Bu sadece kendi bedenimiz ve zihnimiz için gerekli olan bir dinlenme sürecidir. Kendi ritmimizi bulmak, kendimizi başka hayatlarla kıyaslamadan yaşamayı öğrenmek, gerçek huzurdur.