Tahammülsüzlüğün Karanlığına Gömüldük
Karanlığa teslim olmadan, birbirimizin yaralarına dokunmayı yeniden öğrenelim. Belki de karanlık dumanların arkasında beyazlık vardır...
İnsanlar artık birbirini anlamak istemiyor. Çünkü her birinin içinde, kendilerini bile anlamayan derin yaralar saklı. Gözlerde bir karanlık, kayıpların izleri… Sokaklar sessiz, ama bu sessizlik ağır, boğucu. Artık sözler değil, kırmak ve parçalamak ön planda; empati yok olmuş gibi. Küçük detaylar, bir zamanlar gülüp geçilecek kadar önemsiz görünen şeyler, şimdi herkes için devasa ve ağır bir yük hâline gelmiş.
Herkes birbirinin açığını arıyor. Zayıf duyguları zihninde kaydedip bir gün, bir şekilde o kişiye karşı kullanmak için bekliyor. İnsanlar kırılganlıklarını ve hatalarını birbirlerine silah gibi doğrultuyor. Sessizlikte bile bir gerginlik var; herkes tetikte, herkes kendini koruma hâlinde. Gülüp geçilecek bir söz, küçücük bir hata, bir yıkım bahanesine dönüşebiliyor.
Ufak bir gülümseme, bir tebessüm bile artık tehlikeli. İnsanlar bundan rahatsız oluyor, nefretle karşılıyor, belki de hatırlamak istemedikleri bir gerçeği tetikliyor. Küçük bir neşe kırıntısı bile tahammülsüzlükle çarpılıyor ve insanlar birbirinden daha da uzaklaşıyor.
Ve bazıları artık mutlu olmayı denemiyor. Umutsuzluğun soğuk, sıkışmış kutusuna gömülmüş, içini açmayı bırakmış insanlar var. Kendi acılarını saklıyor, başkalarının acılarını görmekten kaçıyor, belki de artık hayata dair umut kırıntılarını fark etmeyecek hâle gelmiş. Sessiz bir teslimiyet içinde, karanlıkla birlikte yaşamayı öğrenmiş gibi görünüyorlar.
Bazı insanlar karanlığın yoğun sesine çekiliyor. Kendi içlerindeki fırtınayla boğuşurken, çevrelerine hoyratça davranıyorlar; sert, kırıcı ve anlayışsız. Bu davranış çoğu zaman kendilerini korumak için, yaralarını saklamak için yapılan bir savunma. Ne var ki, savunma maskesi başkalarına zarar veriyor ve tahammülsüzlüğü çoğaltıyor.
Dışarıda dünya, hızlı ve habersiz dönüyor; ama içimizde zaman durmuş gibi. Öfke, tahammülsüzlük ve anlayışsızlık ruhlarımızı sarıyor. İnsanlar konuşmak yerine sustukça, yalnızlık büyüyor, bağlar eriyor. Küçük kırıntılar hâlâ var: bir tebessüm, bir sözün nazikliği, bir dokunuş… Ama bu kırıntılar öfkenin ve karanlığın gölgesinde kaybolmaya yüz tutmuş.
Sahi, hayat mı acımasız, yoksa biz insanlar mı birbirimize böyle davranmayı seçtik? Kendi karanlıklarımızı görmeden, başkalarının kırıklarını daha da derinleştiriyoruz. Tahammülsüzlüğün gölgesinde yol alırken, güveni ve sevgiyi yavaş yavaş kaybediyoruz.
Ama hâlâ bir umut kırıntısı var. Kendi öfkemizi, sabırsızlığımızı ve yargılarımızı fark etmek mümkün. Küçük bir anlayış, bir empati anı, belki de gömüldüğümüz karanlığı yumuşatabilir. Sessizlik, yalnızlık ve kırgınlık arasında, hâlâ birbirimize ışık olma ihtimali var. İnsan olmak, sadece nefes almak değil; birbirinin yükünü taşımak, küçük ışıklar bırakmak demek.
Tahammülsüzlüğün karanlığı ağır, ama imkânsız değil. Kendi yaralarımızı fark edip, başkalarının acılarını silah olarak değil, hatırlatıcı olarak görmekle başlıyor her şey. Ve bir an durup düşünmek gerek: Biz mi karanlığı yarattık, yoksa karanlık mı bizi? Belki de ikisi birden.
Ama en acı olanı, birbirimizi görememek… Sadece koca bir karanlık… Belki de karanlık dumanların arkasında beyazlık vardır.