Tüm güzel güneşler trene binip gittiler

Rüzgar esiyor, güneş batıyor. Gözlerimi kapıyorum. Bazen yalvarasım geliyor dünyaya. Dur diye fısıldamak, biraz daha.

Rüyamda bir keşiştim. Gökyüzünü, işaret ve başparmaklarımın arasında tutup gök kubbenin üstünden çekiyordum. Gösterişli bir hareketle sırtıma alıyordum. Gece pelerinimdi, yıldızlar düşüyordu eteklerimden. Geçtiğim yollara ışıklar serpiyordum. Zamanla bir anlaşmaya oturmuştuk, tenimden içeri sızmıyordu, ondan ayrık bir zamanda yaşıyordum. Ne zaman yolda zamanla karşılaşsak, elimi göğsüme götürüp selam veriyordum. Pudra şekeri gibiydim, zaman bana dokunmaya kıyamıyordu. Ayrıca basbaya keldim. Çünkü her keşiş keldir. Çok güzeldim, kirpiklerimin gölgesi yanaklarıma düşüyordu. Rüzgarın her fısıltısını kafamda hissediyordum.

Bir banka oturdum şimdi.  Rüzgar esiyor, saçlarımı kulaklarımın arkasından kurtarıyor, insanlar geçiyor önümden, martılar çığlıklar atıyor. Gözlerimi kapıyorum, beynimin hepsini işlemesine izin veriyorum. Bazen yalvarasım geliyor dünyaya.  Dur, diye fısıldamak, biraz daha.  

Bazı dakikalar, o kadar fazlasını taşıyor ki, bir dakikadan daha fazlasını hak ediyor. Çünkü ben gözlerimi kocaman açıp hepsini görene kadar o güzel dakika, bir trene binip uzaklaşıyor.  Beynim o trenin ardında, elinde küçücük bir not defteri, boncuk boncuk terlemiş, koşarak her şeyi yazmaya çalışıyor. Sürekli tökezliyor, homurdanıyor ve kravatını gevşetiyor.

Eğer şimdi dizlerimin üstüne düşüp dilenseydim, diye düşünüyorum, zaman dinler miydi beni? Ben, zavallı beynim ve şu güzelim günbatımı için, birazcık gürleşmesini, genişlemesini isteseydim zamandan, en azından bir an için, bazı dakikaların diğerlerinden daha büyük olması gerek. Lütfen, deseydim, hala zaman varken.

Yüzümü güneşe çevirip, zamanın bizimle birlikte, burada oturup güneşi izlediği bir dünyayı düşünüyorum. Her dakikanın o trenin koltuklarında oturup beni beklediği bir dünya. Hiçbir şey benden kaçmazken, her şeyi ilk defa görebilmeyi düşünüyorum. Kaldırımları ve sokak lambalarını, şu şapkalı kadını ve bulutları. Bu sabah yediğim şeftaliyi, gölgeleri ve okyanusu. Kamyonları, seni ve ayçiçeklerini. Gökyüzünü ve güneşi.

Belki bir gün, diye düşünüyorum, dinlersin beni. Ama şimdinin güneşi batıyor ve hiçbir şey gelmiyor elimden. Gün, son demini, huzmelerle etrafa dağıtır ve bulutlarla karışırken ben yine kapıyorum gözlerimi. Göz kapaklarımdaki sıcacık ağırlığa odaklanıyorum. Güneş, o trene binip koltuğuna yerleşiyor. Arkasını dönüp diğer günlerin güneşlerine selam veriyor. Sonra önüne dönüyor ve penceresinden dışarı bakıyor, göz göze geliyoruz. Sakince el sallıyor bana, gülümsüyor. Elimi kaldırıyorum, rüzgar esiyor, saçlarım omuzlarıma değiyor, ben yine de gökyüzünü çekip almaya, tutmaya çalışıyorum. Tren yavaşça hareket ediyor, güneş el sallamaya devam ediyor, bense bekliyorum, güneşten geriye sadece bit esinti kalana dek. İnsanlar geçiyor önümden, kuşlar uçuyor. Nefesimi bırakıyorum ve kucağıma düşmüş elime bakıyorum. Avcumun içinde uçurtma ipleri buluyorum.