Türk Dünyası: Bir Dil, Bir Kültür, Bir Gönül Bağı ve Doğu Türkistan’ın Sessiz Gözyaşları
Türk dünyası, farklı coğrafyalarda yaşasa da, kardeşliğin görünmez bağıyla aynı acıyı hisseden ve aynı umudu paylaşan tek bir millettir.
Türk olmak, yalnızca bir kimlik taşımak değildir; köklerinden güç alarak dünyanın neresinde olursan ol aynı sıcaklığı, aynı sevgiyi hissedebilmektir. Bizler, farklı coğrafyalarda farklı hayatlar yaşasak da, gönüllerimizi birbirine bağlayan görünmez bir iple aynı duygunun çocuklarıyız.
Hunların otağından, Göktürklerin Orhun Yazıtlarından, Turfan Uygurlarının kadim medeniyetinden, Karahanlıların ilim merkezlerinden bugüne kadar Türk milletleri, tarih boyunca aynı gökyüzü altında yol almıştır. Her Türk halkı, yaşadığı topraklarda bir iz bırakmış, bu izler tıpkı nehir kolları gibi birleşerek ortak bir denize akmıştır. Çünkü biz, birbirimizin sevincinden ve kültüründen beslenen büyük bir milletiz…
Türkiye ile Azerbaycan’ın “Bir millet, iki devlet” anlayışı bunun en güçlü sembolüdür. Ama bu bağ iki ülkenin ötesindedir: Özbekistan’dan gelen bir misafir Anadolu’da yabancılık çekmez; Kazak’ın özgür bozkır ruhu, Türkmen’in misafirperverliği, Kırgız’ın yiğitliği, Tatar’ın bilge sözleri ve Uygur’un yüreğe işleyen ezgisi hepimizin ortak mirasıdır.
Türk Kültürünün Büyüsü ve Ortak Paydalarımız
Türk kültürü yalnızca geleneklerde değil, gönlün en derin köşelerinde yaşar. Her halk kendi toprağının rengini taşısa da, bu renkler birleşince aynı halının motiflerini oluşturur.
Nevruz bunun en güzel örneğidir. Baharın gelişiyle yakılan ateş yalnızca dalları değil, gönülleri de ısıtır. O gün, bozkırda esen rüzgârla Anadolu’da açan çiçek aynı şarkıyı söyler: Yeniden doğuş.
Türk mutfağı da bu ortak ruhun simgesidir. Sofralarımızda sadece yemek değil; hatıralar, dostluklar, dualar pişer. Bir lokma ekmek, bir kâse çorba, bir türküyle birleşir ve gönülden gönüle yol alır.
Türk Milletleri: Aynı Gökyüzünün Çocukları
Türk dünyası, yalnızca geçmişin bir hatırası değil; bugün de aynı gökyüzünün altında buluşan bir bütündür. Türkiye’nin batısından Kazak bozkırlarına, Kırgız dağlarından Altaylara kadar uzanan bu coğrafya, farklı ezgilerden oluşsa da aynı melodiyi söyler.
Azerbaycan “qardaş” der, Kazak “baurıs”, Kırgız “bir tuugan”, Uygur “tughqan”. Sözcükler farklı olsa da tınısı birdir: Yakınlık, bağ, kardeşlik. Bazen bir kelimeyle, bazen bir türküyle, bazen de aynı sofrada bölünen ekmekle kendini gösterir.
Doğu Türkistan: Türklerin İncisi, Kardeşliğin İmtihanı
Doğu Türkistan, yalnızca bir coğrafya değil; suskun bir çığlık, göğe yükselen bir dua, bozkırın ortasında titreyen bir yürektir. Tarih boyunca Kaşgarlı Mahmud’un bilgeliği, Yusuf Has Hacib’in hikmeti ve Uygur kültürünün zengin mirasıyla Türk dünyasına yön vermiştir. İşte bu yüzden o topraklar Türklerin incisi diye anılmalıdır.
Uygur kardeşlerimiz, İpek Yolu’nun kavşağında asırlardır medeniyetler kurmuş, kültürlerini ve sanatlarını bizlere armağan etmiştir. Onların klasik müziği olan On İki Muqam, Uygur kültürünün en değerli hazinelerinden biridir; yüzyıllar boyunca nesilden nesile aktarılmış, duyguları ve tarihî hikâyeleri canlı tutmuştur. Bugün ağır imtihanlardan geçiyor olsalar da, kimliklerini, dillerini ve inançlarını koruma kararlılıkları hepimize umut ve gurur verir.
Bir Uygur çocuğunun gözyaşı yalnızca Kaşgar’da düşmez; Anadolu’da, Bakü’de, Almatı’da, Bişkek’te de yankılanır. Onların susturulan türküsü, aslında bütün Türk dünyasının yarım kalmış cümlesidir. Onların ateşi sönerse, bizim ocaklarımız da üşür.
Kardeşliğin Gereği Omuz Omuza Durmak
Gerçek kardeşlik, yalnızca aynı kandan gelmek değildir; aynı acıyı yüreğinde hissetmek, aynı sevinci aynı sofrada paylaşmaktır.
Biz, sevinçte türkü söyleyen, acıda suskun kalan ama suskunluğu bile birlikte taşıyan bir milletiz.
Uygur’un gözyaşı, Anadolu’nun yanaklarında süzülür; Kaşgar da yükselen bir dua, Hazar kıyılarında da göğe ulaşır.
Son Söz
Biz aynı kökten doğmuş, farklı dallarda yeşermiş ama aynı gökyüzüne uzanan bir milletiz. Hunların otağından, Orhun’un taş yazıtlarına, Turfan Uygurlarının kadim metinlerinden, Kaşgar’dan Anadolu’ya uzanan bu yol bize şunu hatırlatır:
Biz ayrı düşsek de aynı yıldızlara bakıyoruz. Ve o yıldızların ışığı bize yol göstermeye devam edecek…