Uygur On İki Muqam ve Amannısahan: Kalpten Kalbe Akan Binlerce Yıllık Melodiler
Yüzyılların ötesinden gelen bir ses, Amannısahan’ın kalbinde doğar; On İki Muqam’la birlikte insan ruhuna dokunur...
Müzik, insan ruhunun sessiz dilidir; duyguların görünmez elçisidir. On İki Muqam, bu dilin en kadim ve derin anlatılarından biridir. Yalnızca bir ezgi dizisi değil; yüzyılların içinden süzülüp gelen bir ruh mirası, bir kalp yolculuğudur. Her muqam, sevdanın, hüznün, umut ve sabrın ayrı bir ifadesidir; her notası insanın iç dünyasına kazınmış hatıraları yeniden canlandırır.
Dinleyen kişi, On İki Muqam’ın melodileri arasında dolaşırken yalnızca bir müzik değil, bir tarih, bir yaşam ve bir kimlik duyar. O ezgilerde atalarının ayak izlerini, kadim şehirlerin yankılarını ve yüzyıllar öncesinden süzülen duyguları hisseder. Her ses bir kalbin çarpışını, her melodi bir halkın derin özlemini taşır.
Muqamın uzun havaları, zamanın akışını durdurur; her melodi geçmişin sessiz bir hatırasını bugüne taşır. Dutarın tellerinde yankılanan aşkın sessiz çığlığı, rawapın titrek melodisinde duyulan özlem, rebabın ince sızısında hissedilen ayrılık… Hepsi birleşir ve insanın ruhunu sarar. Muqamın sözleri, kelimelerden öte, duyguların ve hayallerin dile gelişidir. Her ifade, halkın hafızasına kazınmış bir anı; geçmişin ve bugünün iç içe geçtiği bir köprüdür.
Tarih boyunca Uygur sanatçıları, bu melodileri sadece dinletmekle kalmamış; dans, söz ve ritüel ile bütünleştirerek kültürün yaşayan bir parçası hâline getirmiştir. On İki Muqam, UNESCO tarafından 25 Kasım 2005’te “Somut Olmayan Kültürel Miras” olarak tanınmış ve böylece Orta Asya’nın kadim melodileri dünya çapında bilinir olmuştur. Bu melodiler yalnızca eski bir kültürün sesi değil; günümüz dinleyicisi için de bir içsel yolculuk ve duygusal bir ayna niteliğindedir.
Ve işte bu kadim melodilerin kalbine dokunan en önemli isimlerden biri, tarihin sessiz sayfalarında adı ölümsüzleşen Amannısahan;
Amannısahan: Kalbinin Melodilerini Dünyaya Taşıyan Uygur Hanımı
Uygur halkının milattan sonra 16. yüzyılda yetişmiş, tanınmış musikişinası ve yetenekli bir kadın şairi olan Amannısahan, Seyid Han’ın tahta çıkışından 12 yıl sonra dünyaya gelmişti. Küçük yaştaki kalbi, kısa sürede büyük bir ışığa dönüştü; her nota, her kelime onun ruhundan süzülen bir melodiydi. Böyle elverişli koşullar altında büyüyen Amannısahan, etraflı bir eğitim görme fırsatı bulmuş ve kısa sürede müzik, şiir ve hattatlıkta kendine özgü bir yetenek geliştirmiştir.
Amannısahan’ın Taklamakan Çölü’nün ıssız ve uzak köylerinde yetişmesi, şiir ve müzikteki eşsiz yeteneğini geliştirmesi, ancak derin bir kültür ve bilgiyle yoğrulmuş bir aile ortamında mümkündü. Babasının “fakir bir oduncu” olduğu rivayeti doğru değildi; o, dönemin saygın bilim adamlarından biriydi. Abdürreşit Han tahta çıktıktan sonra, ailesiyle birlikte şehirden uzak, Taklamakan boyundaki eski “Tata”, bugünkü Karasu ilçesinin “Şah Tata” köyüne yerleşti. O köyde nüfus az, ağaçlar çok olduğundan “odunculuk” gibi bir meslek yoktu; ama bilgi, kültür ve sanatın tohumu, Amannısahan’ın kalbinde yeşerdi.
1539 yılında, Taklamakan’ın rüzgarlı çöllerinde, Abdürreşit Han ile Amannısahan’ın yolları kesişti. Genç kız henüz 13–14 yaşlarında, padişah ise 28 yaşlarındaydı. Amannısahan’ın müzikteki zarafeti, şiirdeki derinliği, bilgeliği, saygılı duruşu ve güzelliği, padişahın kalbini derinden etkiledi. Evde duran tamburu çalması istendiğinde babası “Kızım tambur çalmayı biliyor” dedi; Padişah ise “Öyleyse çalsın” diyerek izin verdi.
Amannısahan tamburu eline aldı ve “Pencigâh” makamını öyle bir incelikle çaldı ki, her nota padişahın ruhuna işledi. Kendi yazdığı şiiri makam eşliğinde seslendirdiğinde, sanki zaman durmuş, rüzgâr bile susmuştu. Padişahın kalbi, her mısrada derin bir yankı buldu. Şiir, bir dua, bir fısıltı ve bir özlem gibi başlıyordu:
“Allah’ım sana bin şükür, bize adil padişah verdin,
Fakir-fukaraya Abdürreşit Han’ı dayanak ettin.
Ey Nefsî, ulu Tanrı’ya gece gündüz dua et,
Eğer şah için dua etmezsen,
Büyük günah işlemiş olacaksın.”
O an, müzik ve kelimeler arasında görünmez bir köprü kurulmuş, iki kalp sessizce birbirine bağlanmıştı. Amannısahan’ın sesi, yeteneği ve ruhu, yalnızca kendi zamanında değil, yüzyıllar boyunca dinleyenlerin kalbine işleyen bir miras hâline geldi. Her ezgi, aşkın, hüznün ve umutla dolu bir öykü anlatıyordu; her nota, kalpten kalbe akan sessiz bir fısıltıydı.
Amannısahan’ın melodisi, On İki Muqam’ın kadim notalarıyla birleştiğinde, zamanın ötesinden gelen bir ışık gibi ruhlara dokundu. Onun sesi, tutkusu, şiiri ve sevgisi, her çağda dinleyenin kalbinde yankılanan ölümsüz bir şarkı hâline geldi.
Modern Yorumlar ve Günümüzdeki Yaşamı
Günümüzde Uygur sanatçılar, On İki Muqam’ı modern orkestralarla yeniden yorumluyor; geleneksel ezgileri elektronik ritimlerle, caz ve senfonik düzenlemelerle harmanlayarak çağdaş bir kimlik kazandırıyorlar. Böylece Muqam, sadece tarihî bir müzik biçimi olarak kalmıyor, genç kuşakların kulaklarında yeniden hayat buluyor.
Dijital platformlar aracılığıyla yayılan modern düzenlemeler, Muqam’ın zengin melodik yapısını dünyanın dört bir yanındaki dinleyicilere ulaştırıyor. Genç müzisyenler, geleneksel dutar, rawap ve tambur gibi çalgıları gitar, piyano ve elektronik altyapılarla birleştirerek kadim Uygur ruhunu evrensel bir dille anlatıyorlar.
İster klasik bir Muqam icrası dinleyin, ister modern bir uyarlamasını, aynı derinliği ve duygusal yoğunluğu hissedersiniz. Çünkü On İki Muqam’ın her bölümü bir yaşam öyküsüdür. Her melodi bir özlemi, her ritim bir hatırayı, her ses bir kalbin çarpışını taşır.
Unutturulmaya Çalışılan Kültürler: Direnen Ruh
Bazı kültürler vardır; ne zaman, ne şartta olursa olsun unutulmaz, unutturulamaz. Doğu Türkistan’da, sesleri kısılmaya, melodileri bastırılmaya çalışılan bu kültürler bile, kardeşin bağrında yaşamaya devam eder. Sen beni unuttursan da, binlerce yıllık melodiler, türküler ve Muqam’lar hâlâ hatırlatır; yok edilemeyecek bir geçmişi, silinemez bir kimliği taşıyan kültür, kalpten kalbe akar ve asla yok olmaz.
Gerçek kültür, baskılar karşısında bile dirençlidir ve insan ruhunda yaşamaya devam eder. Bizim ruhumuzun melodileri hiç susmayacak...
On İki Muqam’ın bu yolculuğunu anlamama vesile olan, engin bilgisi ve rehberliğiyle ışık tutan Prof. Dr. Erkin Emet’e gönülden teşekkür ederim...