Yaşamak İçin Yazmak

Yaz ki yaşayasın.

Bildiğimiz, gördüğümüz, hissettiğimiz her şeyi yazıyoruz. Yazmak, bir yandan dünyaya var olduğumuzu göstermek, bir yandan da kendimize kendimizi ispat etmemizin bir yolu olmuştur.

Düşüncelerimizi, hislerimizi, yaşadıklarımızı ve hatta dileklerimizi gerçek hâle getirebilmek için onları kelimelerle biçimlendirme ihtiyacı duyuyoruz. Bu noktada dilin önemini görmezden gelemeyiz elbet. Dünyada şimdiye kadar yaşamış, yaşamakta olan ve yaşayacak bütün insanların kendilerini ifade edebilecekleri bir dilleri vardı. Belki şimdi bildiğimiz hâliyle bir dil değildi bu, fakat mutlaka anlaşabilecekleri birtakım sesler, işaretler vardı. İnsan sosyal bir varlık olmasıyla, anlamaya ve anlaşılmaya muhtaç bir varlıktır. Yaşadıklarımızı anlatma, yazma ve kaydetme ihtiyacı duyuyoruz. Bunu gerek resmederek, gerek yazarak gerekse fotoğraflayarak yapıyoruz. Takdir edersiniz ki yıllar boyu en çok tercih edilen yöntem yazmak olmuştur. Savaş kayıtları, efsaneler, gelecek nesillere aktarılmak istenen öğütler, kültürel yaşamın parçası olan her şey en sonunda yazılarak kayda geçirilmiş ve korunması istenmiştir.

Şimdi geldiğimiz noktada, belki eskiden yapıldığı kadar kümülatif bilgileri bizzat toplamıyor olsak da kişisel zaferlerimizden bahsetmek en büyük zevklerimizden birisi. Belki de ihtiyaç. Yazmak, kendimize karşı gösterdiğimiz bir kabulleniş, sorgulama ve hatta dürüstlük hareketi bence. Ve tam da bu yüzden oldukça da sancılı bir süreç. Zihinde serbestçe ve kontrolsüzce dolaşan onca düşüncenin ucundan yakalamak, onları yan yana getirmek ve o şekilde tutabilmek, kendi hislerimize ve düşüncelerimize karşı dürüstçe ve yargılamaksızın yaklaşmak alışkın olduğumuz bir şey olmasa gerek. Günümüzde, dikkatimizi dağıtacak, odağımızı sürekli olarak başka yerlere çekecek bunca şeyin arasında sadece kendimize ve düşüncelerimize odaklanmak oldukça zorlayıcı bir eylem. Buna rağmen, eğer başarırsanız, kendiniz için ne denli büyük ve bütün bu sıkışmışlığın içinde bambaşka bir kapı açtığınızı fark edebilirsiniz. 

Oruç Aruoba'nın da dediği gibi; ''Yazan kişi bütün dünyayı karşısına- ama aynı zamanda önüne alır: Yazmak, o zaman, dünyanın içinde olmaktır. Yani: yazmak, yaşamaktır. Yaz ki yaşayasın.''

Özellikle son zamanlarda dilekleri, duaları gerçekleştirmek için tekrar gün yüzüne çıkmış yöntemlerden bir tanesinin de yazmak olduğunu görüyoruz. Bazı özel günlerde, bayramlarda dileklerimizi bir kâğıda yazıyoruz. Farklı versiyonları olsa da temelde değişmeyen tek bir şey var; yazmak. Belki yüz yıllardır sözün büyüsü olduğuna inanıyoruz. Var olmasını istediğimiz şeyleri bir kâğıda yazıyoruz ve bazen bir ağaca asıyoruz onu bazen de bir yerlere gömüyoruz. Kültürel belleğimizin büyük bir parçası bu.

Yazının, kelimelerin gücünü hem var etmek hem de yok etmek için kullanıyoruz. İçimizden atamadığımız, belki kimseye anlatamadığımız her şeyi bir kağıda dökerek kurtulurken, diğer taraftan kavuşmak istediğimiz her şeyi de kelimelerle bulmak istiyoruz. İyi ya da kötü, büyük veya küçük, hepimizin anlatacağı ve yazıya dökeceği bir hikâye var. Zaten eninde sonunda bizler de birer hikâyeye döneceğiz. Belki de zihnimiz derinlerindeki o eskimiş, tozlanmış büyülü sözleri ortaya çıkarmamızın vakti gelmiştir. Kalemleri kağıtları hazırlayalım, duruşma başlıyor.