"GOOD GIRL" Sendromu

"Good morning ladies, remember to tell a man how you feel before you die, or what?"

Kadınlar üzerinde, özellikle bu topraklarda çok büyük bir baskı oluşturan "iyi kız" miti hakkında konuşmak istiyorum bugün. Ama bu yazdıklarımın evrensel bir yönü de var elbette. "İyi kız" olma baskısı, patriyarkanın kadınlara dayattığı, bir nevi kadınları kontrol altına almak için oluşturulmuş bir normdur. Kısaca özetlemek gerekirse "makbul" kadın olmaya yönelik kurulan baskı diyebiliriz.

Peki nedir, kimdir bu makbul kadın? Nasıl ortaya çıktı, nasıl şekillendi? Bunda bütün patriyarkal kodların oldukça etkisi var. Toplumun her zaman kadını makul ve olağan resmetme çabası, dinlerdeki kadınları "anne, itaatkar, erdemli, vs. vs." anlatısı kadınları bu role büründürdü.

Yaşadığımız çağ bu kodların belki de en az çalıştığı dönem olabilir ama hala fazlasıyla etkisini sürdürüyor. Kadınlar her zaman fazla konuşmayan, sessiz, nazik, itaatkar, fedakar ve kendini değil ötekini önceleyen bireyler olmak zorundadırlar. Bunlar birer kişilik özelliğiyken bütün bir cinse atfedilmesi zaten cinsiyet rolleriyle ne kadar ilintili bir konu olduğunu gösteriyor. Bu beklentiler kadınlara çocukluktan itibaren aile ve toplum tarafından empoze ediliyor.

Bu da kadınların kendilerini ifade ediş biçimlerini birden fazla konuda etkiliyor. Kadınların kendilerini birçok alanda kısıtlamalarına sebep oluyor. İyi kızlar sinirlenmez, asla sesini yükseltmez, kavga etmez, öfke duymaz,"HAYIR" demez. Kadınlar kızdığında, öfkelendiğinde, bir şeye itiraz etmek ya da bir şeyi reddetmek istediğinde kendilerini bastırmalarına sebep oluyor bu normlar.

İyi kızlar her zaman anlayışlı olurlar, empati kurarlar, alttan alırlar. Kızıp bağırmak, bazen anlamak değil anlaşılmak da insanlığa dair birer olguyken kadınlardan her zaman sonsuz anlayış beklenir.

Sosyal ilişkileri tamamen bir kenara bırakıyorum; iş hayatında bu durum rekabetten çekinmeye, iddiasız olmaya ya da görünmeye, yani iş hayatının en önemli kuralı ihlal edildiği için yükselememeye kadar gidiyor. Yani sosyal ilişkilerimizden tutun da kariyerimizde geleceğimiz konuma ve kazanacağımız paraya kadar belirliyor bu norm.

Sosyal ilişkiler tabirini biraz genişletelim: Dahil olduğumuz bütün grupları düşünelim. Aileyle başlıyor ilk. Kadınlar için de erkekler için de aileden kabul görmek çok zor bir konsept. Erkekler ailelerinden kabul görmek için güçlü görünür; kadınlar makulu oynamak zorundadır. Sonra okul, arkadaşlık ilişkileri, iş ilişkileri, aşk ilişkileri. Sonuçta kadınlar kendilerini bildi bileli bir romantik partnere hazırlanıyorlar.

Dahil olduğumuz bütün gruplara uyum sağlamamız beklenir, hep uyumlu taraf olmalıyız. Yoksa toplumdan dışlanırız. Yoksa toplum bizi kontrol altında tutamaz. Göze batmamalıyız, kendi duygu ve arzularımızı daima bastırmalıyız.

Peki bu romantik ilişkilerde nasıl bir profil çiziyor? İşte: "Good Girl" Sendromu. Türkçe'ye yerleşmiş "eğlenilecek değil, evlenilecek kız" olma ifadesi gibi biraz da. "Good girl"ler partnerine karşı her zaman anaç ve anlayışlıdır, tıpkı bir anne gibi. Çünkü erkeğin bakımı evlenince anneden eşe devredilir, onlar da bu bakımı severek üstlenirler. Çünkü onlar "evlenilecek" kızdırlar, tıpkı toplumun istediği gibi.

Her zaman çok sevgi göstermek zorundadırlar, umursamak, önemsemek zorundadırlar. "Cool Girl Sendromu"nun tam tersi yani. Onlar dönüp dolaşıp bir gün gelip evlenmek için güvenli limandırlar. Bu insanı tüketen bir şey, birilerine sürekli koşulsuz bir şekilde sevgi ve anlayış vermek zorunda olduğumuz bir denklemde değiliz. Hiç kimsenin annesi değiliz.

Üstelik bu şekilde benliğimizi o kadar kısıtlıyoruz ki, kim olduğumuzu unutuyoruz. İlişkide kimliksizleşiyor, yalnızca karşıdakine uyum sağlayan robotlara dönüşüyoruz.

Bu sadece ilişkide karşımıza çıkan bir problem değil ama en çok burdan yara alıyoruz. En çok bu kulvarda kendini belli eden bir yaraya dönüşüyor. Belki de artık kendimize bir zırh örmeye başlamanın zamanı gelmiştir.

Her zaman karşıdakinin ne düşündüğü ya da ne hissettiği önemlidir. Bizim nasıl hissettiğimiz küçük bir ayrıntıdır sadece. Biz üzülür içimize atarız, onlar üzülürse kıyametler kopar. Biz rahatsız olduğumuz durumları tolere etme eğilimindeyizdir, onlar bize bağırıp çağırarak gösterir bunu. Bu denklem hep böyleydi ama artık bozmanın vakti geldi. 

Neşemizi de, öfkemizi de kendi istediğimiz biçimde ifade etmeyi öğrenmek gerek. Kendimize toplumun ve erkeklerin perspektifinden bakmayı bırakmak gerek. Oluşturulan "tek yaradılış amacımız erkeklere eş olmak" algısını önce kendi içimizde kırmak gerek.

Daha önce yazdığım "Cool Girl Sendromu" yazımda (https://typelish.com/b/cool-girl-sendromu-119346) bahsettiğim durumun aslında farklı bir şekilde dışavurumu bu da. Erkekler cool kadın sever, erkekler iyi kızları sever... Erkeklerin neyi sevdiği ya da ne düşündüğü kimin umrunda? İki sorunun da kaynağı dünyayı erkek gözleriyle görmeye çalışmaktan geçiyor. O gözlükleri çıkarıp dünyaya çıplak gözlerimizle bakmaya başlayınca, kendimizi gerekmedikçe sansürlemeyi bırakınca, olduğumuz kişiye yaklaştıkça belki toplumdan daha az kabul gören ama daha mutlu insanlar olacağız. Kitlesel kabul mutluluk getirmez. Bu dünyada mutsuz olamayacak ya da sıkıcı kıyafetler giyemeyecek kadar fazla renk var.

Umarım dünyaya ve kendimize erkeklerin gözünden, onları referans alarak bakmayı bırakırız. Umarım kendimizi bulur, onu olduğu gibi korkmadan ifade edebileceğimiz bir dünya yaratırız. Umarım bütün bu saçmalıkları hızla çöpe dökmeyi sökeriz. Umarım kendimize gri, kendimize soğuk, kendimize renkli, kendimize neşeli zırhlar örüp benliğimizi onun içinde korumayı başarırız. Erkekler kendilerini kendi gözlerinde akladıkları ama sürekli bir kadının ilgisini, sevgisini, emeğini sömürdükleri dünyalarını alıp başlarına çalabilirler. Biz artık bu satrançta yokuz. Şah mat.