"COOL GIRL" Sendromu
Good morning ladies, remember to die before telling a man how you feel, or what?
Merhaba, kadınların aşık olduklarında ikili ilişkilerde ezbere uyguladıkları ve birbirlerine tavsiye ettikleri pratikler üzerine durup bir bakmamız ve yaşanan somut olaylar arasında sıkışıp kaldığımızda, eylemlerimizin soyut boyutları üzerine düşünmemiz gerekiyor. Ayn Rand der ki; "Soyut fikirler sayısız somut konuyu içeren kavramsal bütünleştirmelerdir ve soyut fikirler olmaksızın gerçek hayatın spesifik ve somut problemleriyle başa çıkamazsınız."
Bu düsturla "Cool girl" olmak uğruna yıktığımız benliğimizi yeniden inşa etmeyi gündemime alıyorum. Çoğumuz birini etkilemek için, birinin ilgisini ya da sevgisini üzerimizde tutmak için stratejik yaklaştık, olmadığımız ya da hissetmediğimiz şekilde davrandık. Bazılarımız içinse bu satrancı oynamak bir yaşam tarzı. Erkeklere karşı her zaman umursamaz ve havalı olmalı, duygularımızı onlardan daima gizlemeli, adeta duygusuz bir robot gibi davranmalı ve asla duygularımızı açık edip "rezil" olmamalıyız. Cool Girl Sendromu. Peki bundan nasıl çıkarız ya da neden çıkmalıyız?
Öncelikle bu zihniyetteki ilk hata bu davranış biçiminde kendi duygu ve düşüncelerimizi değil karşımızdakini öncelememiz. Yani resmen, kendi davranışlarımızda referans aldığımız şey kendimiz değil, bir başkası. Biz ne düşünüyoruz, ne hissediyoruz değil; onlar ne düşünür, ne hisseder? Bunun benliğimize vurduğu darbe bir yana, karşımızdakini yanlış yönlendirerek, oynadığımız rolle etkilesek bile bu gerçek bize duyulan bir ilgi olmayacak, yarattığımız sahte karaktere karşı olacak. Bu bizi gerçekten tatmin edecek mi?
Sürekli bir rol içerisinde olarak, gerçek duygu ve düşüncelerimizi baskılayarak yaşamanın yoruculuğu bizi sıkan ama asla çıkaramadığımız dar bir korse gibi. Ayrıyeten duyguları gerektiği gibi yaşayamamak travma yaratır ve böylece kendimizi ucu bucağı görünmeyen bir travma zincirine de mahkum etmiş oluruz.
Peki neden "Sev ya da sevme, ben buyum." demek, olduğumuz kişiyi iyisiyle kötüsüyle kabullenmek bu kadar zor? Bir insan tarafından sevilmemek dünyanın sonu gibi davranıyoruz. Biri bizi sevmezse bu bizi sevilesi bir insan olmaktan çıkaracak sanıyoruz. Bazen aşık oluruz; bazen her şey güzel gider, bazen gitmez. Aşk acısı çekmeyi ve birini özlemeyi gözümüzde bu kadar öcüleştirmemiz mesela, neden? Acı çekmek de doğal ve sürecin bir parçası.
Daha derine inmek istersek bazı filozofların görüşlerini bu konunun perspektifinden inceleyip durumun psikanalitik çerçeveden nasıl değerlendirildiğine bakalım.
Donald Winnicott bu konuda toplum ve diğer insanlar, yani "öteki" tarafından kabul edilme ve reddedilme korkusu gibi sebeplerden "gerçek benlik"ten uzaklaşıp "sahte bir benlik" yarattığımızı söyler. Duygu ve düşüncelerimizi bu şekilde bastırmak ise hem karşıdaki insanı hem de kendimizi kandırdığımız bir duruma sürükler bizi.
Lacan'a göre ise benliğimizi başkalarının bizden beklentileri ya da arzuları üzerinden kurduğumuzda "öteki"ne göre kendimizi şekillendirmiş ve onu merkeze almış, kendimizi ise bir birey değil bir imaj haline dönüştürmüş oluruz.
Freud'un ne dediğini az çok tahmin edebiliyorsunuzdur; her zaman söylediği gibi bastırılmış bütün duyguların aslında yok olmadığını ve bu öfke de olsa sevgi de; sonrasında manipülasyon ya da pasif agresif tavırlarla geri döneceğini söyler. Yani stratejik davrandığımızda, maske taktığımızda dürüstlüğü bir kenara bırakmış oluruz.
Sartre, insanın kendini sıkıştırdığı bu rolü "kendine sahtekarlık" olarak tanımlarken, karşıdakini kaybetme korkusuyla kendisi gibi davranmamanın duygusal olarak kendine sansür uygulaması olduğunu savunur.
Heidegger'e göre ise insanlar zaten herkes ne yapıyorsa öyle davranır ve toplumdaki diğer bireylerin beklentilerine göre yaşar. İlişkilerde stratejik olmayı da bununla örneklendirebiliriz: En sonunda kendimize yabancılaşır ve kullandığımız maske altındaki ben'i tanıyamaz hale geliriz.
Kierkegaard'ın daha çok estetik anlayışı ve yüzeysellik üzerine söylemleri vardır. Bu da değinmemiz gereken bir diğer konu. İlişkilerde derinleşememek ve aşırı estetik kaygılar. Duygularımızı yansıtamadığımızdan derin bir bağ kuramaz hale geliyor ve hakikatten gitgide uzaklaşıyoruz.
Peki bu durumda nasıl davranmalıyız? Öncelikle kurmamız gereken dengede bocalayacağımızı söyleyeyim. Yazarken tutarlı olmak kolay ama yaşarken değil.
Büsbütün kendimiz olduğumuz ve paylaşmak istediğimiz her şeyi paylaştığımızda gizemi öldürüp ilgiyi söndürebileceğimiz doğru. Başka bir etken ise hiçbirimizin mükemmel olmaması. Herkesin mutlaka kendinde değiştirmek istediği kusurları vardır. Bunları kontrol altında tutmak isteyebiliriz.
Bazen biri ne zaman dönüp baksa baktığı yerde olmak, ne zaman çağırsa orada olmak da ilişki dinamiğini kötü etkileyebilir. Bu durumda yine taktikle, "Çağırdığında gitmek istesem de gitmeyeyim," gibi yüzeysel bir aksiyon almak yanlış geliyor.
Neden her istediğinde orada olduğumuzu, neden bireysel hayatımızı onun için sürekli ötelediğimizi, neden merkeze kendimizi değil de onu koyduğumuzu düşünmek, bunu aşmaya çalışmak belki de ilk adım olmalı. Asla kolay demiyorum, ben bunu başarabildim de demiyorum; ama buna ulaştığımızda bize her ihtiyaç duyulduğunda orada olmak özsaygımızı inciteceği için zaten orada bulunmak istemeyeceğiz. Yani "-mış gibi" yapmak yerine gerçekten istemediğimiz ya da başka bir işimizi öncelediğimiz için gitmeyecek ve böylece dürüst davranmış olacağız.
Erkek dünyasında yaşamamız ve çoğu zaman onların davranış kalıplarını taklit etmek zorunda kalmamız bizim suçumuz değil ama bundan sıyrılmayı bir şekilde başarmak isteyen biri olarak ilk adımda bunun hakkında yazmak istedim. Bu handikapın içinde beraberiz. Ahkam kesen bir yerden yazmıyorum bunları, aslında bütün bunları kendime de söylüyorum. Sadece ikili ilişkiler ve erkekleri sürekli kişisel gündemimize dahil ediyorken gündemi bu kısır ve tekrara düşen muhabbetlerden çıkarıp bu fikirler üzerine düşünmek ya da konuşmak bile çok fazla yol katetmemizi sağlayacaktır bence.
Peki her duygumuz sağlıklı mı? Toksik hislerimizi, saplantı denebilecek duygularımızı ne yapacağız? Onları da büyük bir hoşgörüyle kucaklayıp sahiplenecek miyiz? Bunun ayrımını yapmak, size zarar veren, sizi zehirleyen duygulardan kurtulmaya çalışmak sizin elinizde ama bundan kurtulma sürecinin sancılı geçmesi utanmanız gereken bir şey değil. Dediğim gibi, dengeyi kurmaya çalışırken yalpalamak kadar doğal bir şey yok.
Bütün bunları bir kenara bıraktığımızda, en doğal hislerimizi, gayet olağan düşüncelerimizi saklayarak bu işi kendimize olmadığımız bir persona yaratmaya kadar götürdüğümüzde ulaşmaya çalıştığımız "Cool Girl" olacak mıyız? Ya da neden "Cool" olmamız gerekiyor ya da bekleniyor ki? "Ezik" ya da rezil olmakta bir problem yok. Rezil olmaktan çekinmiyorum. Aşk rezil olmaktır hatta bana kalırsa. Yeterince rezil, yeterince dürüst, yeterince cesur, yeterince korkak olmadıysanız o kadar da aşık olmamışsınızdır belki de. Birilerini umursamak, önemsemek, sevmek neden ayıp ya da günah gibi davranılıyor?
Çünkü erkek dünyasında yaşıyoruz ve erkeklerin çoğunun duygusal kapasitesi aşırı düşük olduğu için "duygusuz" olmak havalı addediliyor. Neden bütün dünya ve ikili ilişkilerin dinamiği erkeklerin bakış açısına göre şekilleniyor? Neden erkekler duygusal açıdan gelişmedi ve büyümedi diye, olaylar karşısında çocukça tepkiler veriyorlar diye onların anlamsız oyunlarına dahil oluyoruz? Neden duygularımızı karşıya geçiremediğimiz için kuramadığımız bağları pamuk ipliğiyle düğümlemeye çalışıyoruz?
Kadın erkek ayrımı yapmadan söylüyorum; bir insanın duygularını yaşayamaması, veyahut ifade edememesi bir eksiklik. Bu çözüme ulaştırılması gereken bir sorun. Duygusal zekanın düşük olması övünülecek değil utanılacak bir şey. Erkeklerin gözünde bu böyle diye onların düşüncesini referans alıp kendimizi onlara göre şekillendiremeyiz. Hayatımızı erkeklere değil kendimize endekslemek bu rolün yükünü hafifletecek ve ilişkilendiğimiz insanların kalitesini artıracaktır.
Bana kalırsa sağlıklı bağlanmak, açık iletişim kurmak ve özsaygıyı gözeterek dürüst davranmak asıl havalı olan şey. Büyümek, karşı karşıya kaldığımız durumlar karşısında bir çocuk gibi kaçmak değil, olgun bir yetişkin gibi yüzleşmek, olduğumuz kişiyi sahiplenmek gerçek özgüven kaynağı olmalı. Doğru ya da yanlış, bir şeyi hissediyorsanız, bunu göstermek dünyanın sonu olmamalı. Her zaman doğru hissetmek ya da doğru davranmak zorunda değiliz, bu rezil olmaksa kendimize "rezil" olma hakkı tanımalıyız. Erkekler kendi sağlıksız ve "duygusuz" dünyalarını alıp başlarına çalabilirler. Biz artık bu satrançta yokuz. Şah mat.