İdolüm
Dünyanın yaşamış veya yaşamakta olan en zeki insanlarını, en iyi liderlerini bir kefeye koysak, ben yine babamı seçerim idol olarak.
Hayatta herkesin özendiği, imrendiği, olmak istediği birisi, bir idolü vardır. Birden fazla da olabilir bu. Mutlaka vardır biri, birileri. Karakterini benimser, karakterini onun karakterinden esinlenerek yaratmaya çalışır. Onun gibi adil, merhametli olmaya çalışır. Para gibi bir araca satmaz örneğin kendini. Karizmasını benimser, düşüncelerini, fikirlerini benimser. Mutlaka insan gördüklerinden etkilenir, insandan etkilenir, düşüncelerden etkilenir ve kendisine idol olarak belirler bir insanı. Bu idol olarak benimseyiş, özenmek anlamında değildir. Kendi hayatına, karşısındaki insandan alacağı güzel özellikleri eklemektir. Bazılarının Mustafa Kemal’dir idolü, bazılarının Yavuz Sultan Selim, kimilerinin Napolyon, Che Guevara, Einstein, Tesla, hatta Adolf Hitler. Bu isimler saymakla bitmez. Fakat bildiğim bir şey varsa, o da herkesin bir, birden fazla idolünün olduğudur. İlla şu anda var demek yanlışa götürebilir bu düşüncemi. Ya olmuştur ya da olacaktır insanın idolü. Ve elbette benim de idolüm var. Vazife alın, size idolümden bahsedeceğim!
Mustafa Kemal gibi bir deha lider varken, Che Guevara gibi bir devrim önderi varken, Einstein gibi bir bilim adamı varken bunlardan hiçbirisi değil idolüm. Evet, hiçbirisi değil. Hatta idol olarak gördüğüm insan, gayet sıradan ve ünlü de değil. Keza bir insanı idol olarak görmek için, o insanın ünlü olmasına gerek de yoktur o ayrı konu. İdol olarak aldığım kişi, kendi şahsımın da çok yakından tanıdığı babam. Pek de sıradan bir insan değil aslında, belli başlı başarıları vs. var ama her halükarda benim idolüm babam.
Sahiden tanıdığım insanlar arasında en müthiş insan olabilir babam. İleride babam gibi bir insan olabilmeyi isterdim. Şimdi burada babamı anlatayım desem, sayfalarca anlatırım. O yüzden babamı anlatmaktansa, babamın bende yarattığı etkiyi anlatacağım. Dünyanın yaşamış, yaşamakta olan en zeki insanlarını, en iyi liderlerini bir kefeye koysak, ben yine babamı seçerim idol olarak. Elbette Atatürk de benim idolümdür, insanın yalnızca bir idolü olacak diye bir şart yok, fakat en ama en çok, babamı idol alıyorum. Hem babalığıyla, yoldaşlığıyla, arkadaşlığıyla hayatımda o kadar önemli bir yer tutuyor ki, anlatamam. Devrimciliği de, merhameti de, sevgiyi de, dürüstlüğü, adaletli olmayı da, kısacası her şeyi ondan öğrendim. Fakat baskısız. Hiçbir şekilde bana “şöyle ol, böyle ol, devrimci ol, Atatürk’ü sev, benim düşündüklerimi düşün” gibi cümleler kurmadı. O sadece oradaydı, ve ben de onu izledim. Hepsi bu.
Ben ortaokuldayken okulda bir tarih hocamız vardı. Şeriatçı bir hocaydı ve Atatürk’ü hiç sevmezdi. Neredeyse her derste, Atatürk ile ilgili olumsuz düşüncelerini anlatırdı bizlere. O hocamızdan etkilenmiştim o zamanlar. Gitgide Atatürk’ten soğuyor, şeriatçı olmaya başlıyordum. Hatta öyle ki, Osmanlı Devleti’ne hayrandım ve Osmanlıca öğrenmek istiyordum. Bir gün, ailecek yemek yemekteydik. Babama bu düşüncelerimden bahsettim. Osmanlıca öğrenmek istediğimi vs. söylerdim ve babam da buna pek olumlu bakmazdı ama ağır cümleler de kurmazdı bana karşı. Atatürk’ün “HAİN(!)” olduğundan bahsetmiştim. Babam, görüp görebileceğim en sağlam Atatürkçülerden ve devrimci ruha sahip insanlardan birisidir. Tabii o zamanlar hiçbir fikrim yoktu bu konular hakkında. Ben sadece hocamdan duyduklarım kadarını biliyordum ve onları konuşuyordum. Babama yemekte böyle konuşunca gerilmişti. “-Kim o hocan, adını söyle bana.” demişti. Söylememiştim. Bunun üzerine kızacağını tahmin etmiştim fakat kızmadı. Hatta hiçbir şey söylemedi. O zamanlarda babama sürekli Kanuni, Yavuz Sultan Selim, Osmanlı Tarihi konulu kitaplar aldırıp duruyordum. Fakat taraflı yazarlardan aldırıyordum, Atatürk’ü sevmeyen, kötüleyen yazarlardan. Babam ise hiçbir şey söylemiyor, alıyordu. Ufaktan içinden sitem ettiğini seziyordum ama yüzüme karşı hiçbir şey söylemiyordu. “-Baba ben şu kitabı istiyorum.” deyince, “-Tabii oğlum, alalım.” gibisinden samimi cevap da veriyordu.
Daha sonra zaman aktı geçti. Büyümüş, liseye gidiyordum artık, ve araştırmaya, okumaya başlamıştım o zamanlar. Haberleri takip ediyor, kitaplardan, Vikipedi’den her şeyi öğrenmeye çalışıyordum. İyice araştırdıktan sonra, aslında Mustafa Kemal Atatürk’ün hain değil, bu milletin başına gelmiş en müthiş şeylerden birisi olduğunu gördüm. Kendi gözlerimle hem de! Ve bir gün babamla balkonda otururken:
“-Baba, sen çok sağlam bir Atatürkçüsün, devrimci ruha sahip bir insansın. Zamanında şeriatçı bir oğlun vardı, Atatürk’e hain diyen bir oğlun vardı. Niçin beni uyarmadın, fikrimden döndürmedin?” dedim. Babam, gökyüzünü izliyordu o sırada. Döndü, gözlerime baktı ve:
“-Oğlum, aslında anlatmaya çalıştım başlarda fakat anlayacak gibi durmuyordun. Yani ben ne dersem diyeyim sen kendi savunduğunu savunmaya devam edecektin. Ben de bir şey söylemedim.” dedi.
“-Ama baba, ya araştırmasaydım, ya gerçekleri göremeseydim?”
“-Oğlum, araştırmasaydın, gerçekleri göremeseydin elden bir şey gelmezdi. O halde şeriatçı, Atatürk’ü sevmeyen bir oğlum olurdu. Ve ben seni yine aynı sevgiyle severdim. Şimdi kendin araştırdın, kendin bu düşünceye, kanıya vardın. Ben sana o zaman bunları açıklasaydım ve dediklerime inansaydın dahi, kendi düşünceni savunuyor olmayacaktın. Benden duyduklarını söylüyor, düşünüyor olacaktın. Ben senin kendin düşünmen gerektiğine inandım. Seni etkilemek istemedim. Şimdi kendin araştırdın ve gördün. Senin düşüncelerin öncekine nazaran çok daha kıymetli şimdi.”
Duygulanmıştım o anda. Hem de çok. Böylesine nasıl sakin kalabilmişti? Nasıl böylesine yüce düşünebiliyordu? Kendi oğlu ortaokulda hocaları tarafından etkilenip Atatürk hakkında olumsuz yorumlar yaparken, bütün gerçekleri gören ve Atatürkçü olan bir baba, nasıl bu kadar sakin? Üstelik eğer gerçekleri göremeseydim sorusuna verdiğin yanıt. “O halde şeriatçı, Atatürk’ü sevmeyen bir oğlum olurdu. Ve ben seni yine aynı sevgiyle severdim.” Muazzam derecede Atatürk’ü seven sayan bir adamın, ağzından çıkan cümle. Ahh... Sen ne muazzam bir insansın babam.
Çevredeki bazı insanların babalarına bakıyorum ve bir de kendi babama bakıyorum. Gururlanıyorum böyle müthiş bir babaya sahip olduğum için. Tanrı’nın beni sevdiğine inanıyorum tekrardan her ne kadar bazen boşluğa düşsem bile. Hani olur da bir gün ölürse, ki olacak bu, ne yaparım sahiden bilmiyorum. Hiç hazır değilim, hiçbir zaman da olmayacağım. O, benim yalnızca babam değil zira; En iyi arkadaşım ve sahip olduğum en sağlam yoldaşım. Baba, seni sahiden tahmin edemeyeceğin kadar seviyor, tahmin edemeyeceğin kadar saygı duyuyorum sana.
Şimdilerde babam sahiden de yaşlı diyebileceğimiz yaşlarda. Hastalığından ötürü bir sürü ilaç da alıyor. Ölene kadar alması gereken ilaçlar. Geçenlerde babamla karşılaştık, ben bodrumdan yukarıya çıkıyordum, o da aşağıya iniyordu. Karşılaştık ve bir gördüm ki, merdivenleri tek tek ve tutunarak iniyordu. O an hissettiklerimi anlatayım desem inanın yazmak yerine oturup bir köşeye ağlamayı tercih ederim. O an hiçbir şey belli etmedim babama. Hiçbir şey söylemedim. Gözyaşlarımı tuttum gözlerimin en derinliklerinde. Yüreğimin acısını duymasın diye ne çok uğraştım o gün orada. Ama o an, anladım ki, babam olmadan ben, yarım bir insan olarak yaşayacağım.
Babasız, dostsuz, yoldaşsız bırakma beni baba.