Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak Romanı

Modernleşmenin Toplum Üzerindeki Etkilerinin İncelemesi

Türk toplum yapısının yapı taşlarını tarım toplumundan gelen birtakım benimsenmiş normlar ve kalıplar oluşturmaktadır. Yılmaz, A’nın (2010) Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kadın Kimliğinin Biçimlendirilmesi makalesinde bahsettiği gibi İslamiyet’i benimsemiş olan Osmanlı toplumu bu dinin inançları doğrultusunda merkezi ve ataerkil bir düzen benimsemiştir.(s.193). Bu ataerkil yapı ve merkezi teşkilatlanma ise kadın-erkek arasında büyük çaplı farklılıkların oluşmasına sebep olmuştur. Özellikle, Osmanlı dönemi erkek cinsiyeti üzerine kurulan bir devlet yapısı haline gelmiştir. ‘’Toplumsal temellerini İslam dininden alan ve toplumsal hayatta şer’i hukuku uygulayan Osmanlı’da kadın ve erkek hiçbir alanda eşit bir konumda görülmemekte, kadın ikincil bir konumda tanımlanmaktadır.’’ (Gelgeç, 2009, s.628). Görüldüğü üzere Osmanlı yapısı toplumsal eşitlik kavramına yer vermeyerek daha cinsiyet yanlısı bakış açısı sergilemiştir. Böylece kadın kimliği erkek karşısında geri plana itilmiştir. ‘’Örneğin III. Osman döneminde kadınların padişahın izin verdiği günler dışında dışarı çıkılması yasaklanmış ve buna karşı gelenler padişah emriyle denize atılıp boğdurulmuşlardır.’’(s.629). Osmanlı’nın ilerleyen dönemlerinde özellikle Meşrutiyet ilanları zamanlarında bu kalıplar bir nebzede olsa yıkılmaya çalışılmıştır. Ayça Gelgeç, B. A’nın (2009) Cumhuriyet Dönemi Kadın İmgesi Üzerine Bir Değerlendirme yazısında incelediği gibi II. Meşrutiyet sonrası yapılan düzenlemelerle birlikte giyim, kuşam açısından ve ev içindeki konumda bazı serbestlikler getirilmiştir. Örneğin eşleriyle birlikte sokağa çıkan, tiyatroya giden kadın toplum içerisinde kendini göstermeye başlamıştır. (s.630). Ancak yine de ataerkil anlayışı üzerine kurulan cinsiyetçi bir sistemin varlığının izleri görülmüştür ve bu anlayıştan o dönem içinde tamamen uzaklaşılmamıştır.  

Atatürk ilke ve inkılaplarının benimsenme yoluna girilmesi ve muasır medeniyetler seviyesine çıkma fikrinin toplum içerisinde yer edinmesiyle bu yolda Batı’dan da etkilenilerek kadın ve erkek açısından köklü değişimlere gidilmiştir. Aynı zamanda, Konak, B’nin (2011) söylediği üzere 18. Yüzyılın sonlarında başlayan kadınların toplum içerisinde kimlik edinmesi özellikle insan hakları ve vatandaşlık haklarında eşit haklara sahip olması, 20. Yüzyılda daha da hız kazanmıştır.(s.169).

Fakat Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine geçiş zamanında yaşanan değişiklikler özellikle Batı’dan ithal edilen yenilikler (kadınlara getirilen haklar da buna örnektir) yüzyıllardır kalıplaşmış kuralların yıkılmasına sebep olmuş ve böylece toplum eski-yeni arasında bir çelişki ve yanılgı içerisine düşmüştür. Cumhuriyet dönemiyle gelen yenilikler (kadınlara getirilen haklar ve Batı ürünleri gibi) toplumda kadın-erkek eşitsizliğinin değişmesine yani cinsiyetler arası ayrımcılığın yıkılması yolunda yeniliklere gidilmesine ve böylece bu kimlikler üzerinde bir belirsizliğe ve kendi içinde bir başkalaşıma sürüklenmesine yol açmıştır. Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar Üçlemesinin ilk kitabı olan Ölmeye Yatmak romanında da bu konu oldukça irdelenmiştir ve Cumhuriyet’e geçilmesiyle, Batı’dan etkilenilerek oluşan modernleşme halkın özellikle kadının köy hayatındaki formuyla şehir hayatı arasında farklılıkların ve benzerliklerin bir başkalaşım ve kimliksizleşme yaratmasına sebep olmuştur.

Kadın haklarının geri plana itilerek görmezden gelindiği Osmanlı döneminde toplum kimlik açısından bir problem yaşamamıştır bunun sebebi ise ortada var olan tek bir cinsiyet yapısının yani erkek baskınlığının varlığıdır. Fakat Cumhuriyet dönemine geçilip muasır medeniyetler seviyesine çıkma yolundaki adım Batı’dan bazı konularda etkilenilmesine yol açmıştır. Toprak, Z.’nin (2015) Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm (1908-1935) kitabında sözünü ettiği Uluslararası Kadınlar Birliği’nin amacı kadınların geçmişte her türlü çağdışı, gelenek ve göreneklerle gelişiminin engellenmesinin "kadınlar için özgürlük ve insanlar için barış" sloganıyla aşılmasıdır. (ss.488-493). Bunun gibi Batı’da tohumları atılmış hareketlerden etkilenilmesi yani kadınlara birtakım sosyal ve siyasal haklar tanındığında süregelen erkek dominantlığının yıkılması kadınları bile belirsiz bir duruma sokmuştur çünkü bir tarafta bu yeniliklere daha kolay ayak uydurabilen şehir insanı varken bir tarafta yaşanılan durumdan oldukça uzak köy halkı bulunmaktadır. Şehir insanı değişimlere ve yeniliklere daha kolay ayak uydurabiliyorken bu köy insanı açısından ataerkil toplum yapısından gelen benimsemiş olduğu kalıpların kolayca yıkılmasının zorluğu ve gelenek ve göreneklerin, ahlaki değer ve anlayışların toluma bir baskı olarak dayatılmasından ötürü oldukça zordur. Bu yüzden kazandığı hakları bir kenara itmeyerek ve yeniliklere kollarını açan kadın mekânsal bir değişim halinde sonunda kendini bir ikilem ve başkalaşım içerisinde bulacaktır. Ölmeye Yatmak romanında bunun en büyük temsilcisi Aysel karakteridir. Aysel küçüklüğünden bugüne dek yaşamış olduğu toplumsal baskıyla bir Cumhuriyet kadını olmaya çalışmıştır. Kitap genelinde de Aysel’in geçmişten geleceğe köyden şehre, gelenek göreneklerden yeniliklere nasıl bir değişim yaşayarak sonunda kendini kimliksizliğe ittiğinden söz edilmiştir. ‘’İçinde uzun yıllar yaşadığım bir kentin, neredeyse birlikte büyüyüp neredeyse kimliksizliğiyle özdeşleştiğim bir kentin bilmediğim bir noktasına asılmışım duygusu içindeyim. Perdeleri sıyırsam karşıma ne çıkacak? Bilmiyor muyum gerçekten? Yoksa korkuyor muyum? Dışarısıyla ilgimin yenilenmesinden mi korkum?’’ ( Ağaoğlu, 2014,s.122). Aysel, Atatürk ilke ve inkılaplarıyla ve Batı’dan gelen yeniliklerle ilkokulda Dündar Öğretmeni vasıtasıyla tanışmıştır. O zamanlar köy hayatı yaşamalarının getirmiş olduğu kalıplaşmış birtakım ahlaki ve değer yargıları küçük Aysel’de de izlerini göstermiştir. Örneğin Çiçekler ve Böcekler oyununda kızların ve erkelerin el ele tutuşması bir Batı geleneği olarak görülerek halkça tepkiyle karşılanmış ve çocuklarını okuldan almak isteyen aileler bile olmuştur. Bunun yanında seyircilerden eşraf ve esnaf babalar, polka ve rondo ile kirlenen namuslarını örtbas etmek için durmadan öksürerek tepki göstermiştir. Aysel ise annesinin ve babasının gelmemiş olmasına sevinmişti.(ss.12-21). Yani henüz küçüklüğünden itibaren kızların bu toplum baskısıyla karşılaşması onları da bulundukları haksızlık halinin aslında bir eksi olmadığını Batı’nın yeniliklerinin fazlalık ve ayıp olduğu düşüncesine sürüklemiştir ki erkekler için benzer bir durum söz konusu bile değildir.  Bu yüzden Aydın, H.’nın (2015) da makalesinde değindiği gibi geleneksek kurallara göre hayatını sürdüren Osmanlı kadınının Cumhuriyetle beraber gelen yeniliklere ayak uydurma çabası tartışmalara sebep olmuş ve tepkilere yol açmıştır.(s.94). Batı’dan gelen yeniliklerin halka adapte edilmesinde köy insanınca olağanca karşılanmamıştır. Çünkü yüzyıllardır kadının görevinin yalnızca analık ve kocasının yanında yer almak olduğu öne sürülmüştür. Aysel’in abisinin bile kendi kız kardeşini ezerek ‘’ Bu da yeni moda işte! Kızlar okuyormuş… Öyle. Bizimki de okuyor. Hâkim olacakmış Vay, vay… Kadının en kutsal görevi analıktır, analık! ...’’.(Ağaoğlu,2014, s.162). Ve İlhan, ‘’Niye okuyorsun bir kere sen? Kadın kısmına okumak nerden çıkmış? Anadan mı gördün nineden mi?’’ sözleriyle kız kardeşine şiddet uygulayarak o günden sonra evde Batı müziğinin dinlenmesini yasaklamıştır. (ss.212-213). Bunun yanında Aysel’in ev içinde kendi ailesi tarafından bile düşüncelerinin önemsenmemesi onu kadına verilen değerin ne kadar alçakça ve umursanmaz oluşunun farkına vardırıyor:

‘’Aysel içinde onarılmaz bir kırıklık duyuyor. Yeniden evin kıyıda köşede unutulmuş  eşyası olduğunu seziyor. İlk gerçek öfkeyi tanıyor. Dışa vurulamayan, o, insanı içten içe kırbaçlayan, insana kendini aştıran ve durmadan kendini zora koşturan… Eline geçen bu ilk fırsatı ne olursa olsun iyi değerlendirmeli. Kendisinin de bir ‘’kişi’’ olduğu akıllar yer etmeli. Yer etmeli. Hiç çıkmamasıya…’’     

                                                                                 (Ağaoğlu, 2014, s. 232)

       Aysel kendine küçüklüğünden beri öğretilen bazı ahlaki yargıları bir kenara atarak yeniliklere sarılarak okula gitmek için evden kaçması bile Aysel’i olduğu konumdan uzaklaştırarak kitap genelinde sözü geçen Atatürk ilke inkılaplarının yolunda hürriyetçi bir kadın kimliğine itiyor. Gelenek ve göreneklerin ağır bastığı ve kadın cinsiyetinin erkek cinsiyeti karşısında küçüldüğü köy alanından Batı’dan gelen ürünlerin daha kolay bir şekilde benimsenerek yararlanıldığı şehir alanına geçiş, iki çevre açısından da farklılıkların geniş ölçüde varlığını gösterecektir. Yine bile yeniliklerin şehirde daha kolay kabul edilmesi bütün ürünlerin benimsenmesi anlamını taşımamıştır. Bu özellikle edebiyat alanında alışılmışın ve yeninin çatıştığı bir durum olarak ortaya çıkmıştır. Aysel’in Russo’nun İtiraflar kitabını okurken coğrafya öğretmenine yakalanması ve kitabının elinden alınması örnek olarak gösterilebilir.(s.326). Böylece Batı’nın nimetlerinden yararlanma konusunda her ne kadar büyük adımlar atılsa da tam anlamıyla hiç kimse tarafından bir benimseme hali gerçekleşmemiştir. O dönemde ise Toprak, Z’nin de bahsettiği üzere Batı’daki feminist gelişmeler kadın hak özgürlükleri tüm meşrutiyet yıllarının gündemini işgal etti ve bunun yanında gazete ve dergiler kadın sayfalarına yer vermeye başladı.(s.104). Kadın gitgide döneme damgasını vurmaya başlasa da bu yine de köyden şehre ikamet eden Aysel için birtakım ikilemlerin oluşmasına yol açmıştır. Hala bir köy insanı olan Aysel’in ailesi onun okula gitmesine razı gelseler bile kendi kalıplaşmış düşüncelerinden vazgeçmemiş ve özellikle giyim kuşam konusunda ve bir erkekle bir kadının ilişkisi konusunda baskılarına devam etmişlerdir. Bu Aysel’in okula giderken saçlarını bir köylü kızı gibi iki yana örmesi ve etek boyunun diğer kızlara kıyasla dizinin altında olması onu kendi okulunda da farklı bir dereceye sokmuştur.  ‘’Fakat Melahat Öğretmen niye beni seçti bilmiyorum. Bizim sınıfta dolu memur kızı var hâlbuki. Duyduğuma göre piyesteki kız bir köylü kızı olacakmış. Başta öğretmenlerim olduğu halde, okulda beni hala köylü görmelerine elbette üzülüyorum.‘’(s.98). Aysel giyim kuşamından ötürü böyle bir ayrıma gidilmesindeki anlam verememiş ve doğal olarak üzülmüştür. Ağaoğlu, A’nın (2014) söylediği gibi ‘’Çıplakken bir matbaa işçisini bir öğrenciden, bir efendiyi bir uşaktan, bir zorbayı bir âşıktan nasıl ayırdedebilirsiniz?’’(s.69). Burada ne salt bir kadın kimliğine ne de salt bir erkek cinsiyetine vurgu yapmıştır yalnızca bunun kadın-erkekte hiçbir mana teşkil etmediğini öne sürmüştür. Bundan hem statü farkının insanın doğasında bir önem arz etmediği hem de Gelgeç, B. A.’nın (2009) belirttiği gibi kadın-erkek nezdinde bir cinsiyetsizleşmenin varlığının oluşumunun kabulüdür.(s.633) .

   Zamanla Aysel’in tabuları yıkarak geçmişte olduğu kimliğinden feragat etmesi Aydın’ın gözünden nitelendirilecek olursa onun Avrupai bir genç kız gibi olması ve saçlarının omzundan bırakılması onu medeni bir Atatürk kızı haline getirmiştir.(Ağaoğlu, 2014, ss.179-181). Fakat yine Aysel’in Aydınla görüşürken bile bir erkekle görünmeyi istememisinin tekrar bir toplum baskısının varlığının sezildiği düşünülebilir. Kabul edilmesi gereken hal ve durum şudur ki kalıplaşmış birtakım normların özellikle kadın cinsiyetine verilen değer bakımından Batı’daki gelişmelerden etkilenilerek yapılan birçok yenilik ve alınan birçok ürün Türkiye sınırları içerisinde hızlı olarak bir değişim göstermemiş aksine bu yenilikler benimsenirken halk özellikle kadınlar kendilerini ne yapacaklarını bilemedikleri bir durumda bulmuşlardır. Aysel’in şehre giderek bazı şeylerin değişmesini beklemesi oldukça kabul edilebilir bir haldir çünkü onca yıldır kadına uygulanan sosyal ve psikolojik şiddet onun mekânsal bir değişiklik halinde farklı sonuçlara maruz kalabilme ihtimallerini arz etmektedir ancak şehir ortamında evli bir kadınken almış olduğu tepki:

‘’Bir yığın kitap salık verirsin. Tarihi iyi değerlendirmelerini, toplumu iyi çözümlemelerini anlatırsın. Kitaplar üstünde olduktan sonra kolay. Kanıtlarsın her bir şeyi teker teker. Ama karşına fabrikalardan gelmiş bir delikanlı oturmuşsa dikkatli bakışları yaşanmışlığa olan alnıyla; haklıysan da hakkın yok. Bir kez çalıştığım yerden istifa etmiştim. Tabii onun istifa etmesi kolay. Arkasında kocası var kendini doyuracak demişlerdi. Bazı dönmelerde ve bazı koşullarda kimseleri kendine inandıramazsın.’’

                                                                                                        (Ağaoğlu,2014, s.241)

   Sonuç olarak Batı’dan etkilenilen gelişmeler odağında ve gelişmiş milletler seviyesinde çıkma gayesinde atılmış adımlarda birtakım saptamalar yapıldığında görülüyor ki kadın kimliği köy hayatında da şehir hayatında da bazı farklılıklar içerebiliyor. Ancak bu genel bir bağlamda kalıplaşmış gelenek ve göreneklerin halk tarafından yani hem kadınlar hem de erkeklerce düşünce sabitinin değişiminin olanaksız olmasına yol açıyor. Köyde yaşanan cinsiyetçi tavırlar yeniliklerin kabul görmesinde meşakkatli hal altında olmasında rağmen; şehir hayatında yeniliklerin hem kabul görmesi Batı’nın ürünlerinin yavaş yavaş halka benimsetilmesi hem de hala süren gelenek ve göreneklerin baskınlığının halkça ve özellikle kadınlarca bir ikilem yaratmasına ve bu da kadını bir kimliksizlik düşüncesi yaşamasına sebep olmuştur. Bunun sebebi ise şehir medeniyetler beşiği olmasının yanında aynı zamanda halkın adetlerinin de bulunduğu toplumsal bir yaşama yeri bundan ötürü Batı’daki kadın hareketleri de Türkiye şartları altında yalnıza Atatürk’ün getirmiş olduğu ilke ve inkılaplarla sınırlı kalmış toplum baskısının bertaraf edilmesinde tam olarak etkili olmamıştır. Böylece Ölmeye Yatmak kitabında da eş zamanlı olarak Aysel’in şimdiki hali ve süreçte yaşamış olduğu sorunlar anlatılırken bütün ikilem ve yabancılaşma onu olduğu konumdan kimliksiz bir bünyeye sokmuştur. Kitap boyunca kendini sorgulaması da buna dayanmaktadır. Çünkü kadın cinsiyeti doğumuyla birlikte tanışmış olduğu cinsiyet ırkçılığının etkilerine tanık olmuştur ve kadının yapmış olduğu her şeyin toplum tarafından bir aşağılama ve erkeğe bağlılık olarak görüldüğünün deneysel farkındalığını yaşamıştır. ‘’ Acaba hiç kendim olmuş muydum? Hiç kendimiz olduk mu? Görevlerin birlikte götürülmediği bir yerim oldu mu hiç?" (s.198). Ve bu kendini bilmeme hali onu kimliksizleştirerek intihar yoluna götürmüştür. ‘’Cemal Zekiye’ye göre intihar tıbbi olduğu kadar toplumsal bir sorundur. Buhran kısmen büluğ çağındaki tedaviyle çözüm bulur, kısmen toplum adına kamusal alana müdahale edilerek giderilirdi. İntiharlar ancak bu girdaptan çıkamayanların kişisel çözümüydü.’’ (Toprak,2015,s.363). Bunun Aysel’in evliyken kendinden yaşça küçük olan öğrencisiyle cinsel anlamda bir birliktelik içerisine girmesi kanımca Aysel’in toplum baskısı yüzünden çocukluğunu ve gençliğini yaşayamamış olmanın vermiş olduğu bir eksikliktir. ‘’ Tamam… Buydu işte beni de hoşnut eden… Bir gençliği paylaşmak. Önünde her şey için daha çok zamanı olanlardan zaman otlamak.’’ (Ağaoğlu,2014,s.116). Başka bir tespite göre ise geçmişte kadının olmanın verdiği ezikliği şimdi ondan yaşça küçük olan bir erkeğe yaşatmak. Bütün tespitlere bakıldığında ise özellikle Aysel’in kitabın sonuna doğru görmüş olduğu rüya kadın cinsiyetinin Batı’dan gelen gelişmeler ve toplumun yargısıyla birlikte kırsaldan kente ne denli değişimler geçirdiğinin bir özetidir.( s.340). Sonuç olarak kadın kimliği Batı’dan gelen gelişmeler ve bunun yanında yüzyıllardır benimsenmiş kadın formunun toplumun anlayışı çizgisinde insanları nasıl bir ikileme ve kimliksizliğe sürüklemesine sebep olmuştur. Ölmeye Yatmak romanı kadın biçiminin toplumda yaşadığı başkalaşım ile nasıl bir ikilem içerisine girdiğinin ve kimliksizleştiğinin kanıtıdır.

Kaynakça

-Ağaoğlu, A. (2014) Ölmeye Yatmak. İstanbul. Everest Yayınları.

-Aydın, H. (2015) ‘’ Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Türkiye’de Kadın.’’ Current Research in Social Sciences, 1(3), 84-96.

-Davaz, A. (2014). Eşitsiz Kız Kardeşlik Uluslararası ve Ortadoğu Kadın Hareketleri, 1935 Kongresi ve Türk Kadın Birliği. İstanbul. Türkiye İş Bankası Yayınları.

-Konak, B. (2011) ‘’ Türk Kadının Siyasi Hakları Kazanma Süreci’’. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 60(1). 157-174.

-Gelgeç. B. A. (2009) ‘’ Cumhuriyet Dönemi Kadın İmgesi Üzerinde Bir Değerlendirme.’’ Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 11(44), 627-638.

-Toprak, Z. (2015). Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm (1908-1935). İstanbul. Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

-Yılmaz, A. (2010). ‘’ Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kadın Kimliğinin Biçimlendirilmesi.’’ Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 9(20), 191-212.

-Kapak Tasarımı: Füsun T. Elmasoğlu