1987-1989 Türkiye'si
Alev Alatlı'nın Viva La Muerta'sından Türkiye'nin 1987-1989 Arası Dönemini Okumak...
Viva La Muerta aslında diyalektikler kitabıdır. Ölüm ve yaşam seviciliği, Türklük ve gayri Türklük, aydın ve halk diyalektiğini kitapta gözlemleyebiliriz. Bu kitapta çizilen elit portresi Yakup Kadri’nin Yaban’ındaki elit gibi değildir. Yabanlaştık ama bunlara karsı ne yaptık zemininde vicdan yapan aydından ziyade halkı tanımlar ve halk aydın çatışmasını görürüz. Sadece aydını toplumla yabancılaşması değildir, entelektüelliğini kurduğu dünyayla olan yabancılaşması da söz konusudur. Doğu Batı arasındaki farkı çok net gözlemleyebiliriz. Kemal Tahir gibi Anadolucu, devletçi, yerli solcu ve naif değildir. Aksine Alatlı Doğuyu kendi ontolojik kökleri üzerinden ele alır ve bütüncül olarak yaklaşır. Batı ve Doğu medeniyetlerini kategorize ettiğimizde Batıyı “ölü sevici” olarak kabul eder. Geleneksel Anadolu medeniyeti “yaşam” üzerine bina edilmiştir. Sağ sol diyalektiğini de gözlemleyebiliriz. Gün Zileli ya da Vedat Türkali gibi merkezi değildir. İnsan ve zaman diyalektiğini tartışabiliriz. Mekanik ve statiktir Batı medeniyeti. Büyük değişimlere kapalıdır. Ama Doğu medeniyetinde mekaniklik yoktur, insan ontolojik olarak farklıdır. Doğu durağan değildir, aksine dinamiktir. Zamanla değişir. Türkiye kendi biyofilyasından nekrofilyaya geçer. Ayırt eden sey nekrofilya geçmişe gömülüp kalır, biyofilyadaysa yaşam değerlidir. İslam düşüncesinde tanrı her daim yaşayan demektir. Ölüm bir fasıladır, tükeniş değildir. Budizmde de nirvanadır en üst nokta, mutlak ışıkla bütünleşince yaşam ya da ölüm yoktur. Türkiye Sezai Karakoç’un Ötesini Söylemeyeceğim şiiridir. Medeniyet eleştirisini yapar. İstiklal Marşı’nda Mehmet Akif medeniyeti tek dişi kalmış canavara benzetir. Hristiyanlığın Avrupalılaşması, romanın resmi din olarak kabul Avrupa merkezci bir anlatı üzerine bina edilen Hristiyanlık kadim geleneğin statikleşmesine neden olmuştur.
Kitap bizlere 1987-1989 arasını anlatır. Büyük umutlar bağladığı Şafak’ın ihanetiyle sona eren kitap SHP’nin ortaya çıktığı dönemleri konu eder. SHP solun yeni bir bağlam oluşturması acısından önemlidir. Ana solla marjinal sol arasında ilginç bir ilişki vardır. Darbeyle beraber ekonomik, sosyal ve politik değişimler yaşandı. Bu dönem Sedat dönemi Mısır’ına benzer.
Günay Rodoplu; Türk üşür der ve aslında Anadolu eleştirisi yapar. Geleneksel bir muhafazakar değildir kutsal tanrı inancı vardır ama hiçbir dinin tanrısıyla sınırlandırmaz aslında. Kendini bilgi üzerinden inşa etmeye çalışır. Hiyerarşik bir düzlem yoktur onun zihninde. Doğu Batı, aydın halk ve aydın aydın diyalektiği vardır. Şairin cenazesinden bahseder aslında. Davet gerektirmeyen insanların kendilerini gösterebileceği platformlardır. Cenazenin bir yerinde Müslümanların greve gitmesini arzuladım derken aslında durumun vahimliğinden bahseder.
Aydın sorununa dair bir hikâye vardır. Entelektüelin hangi dine mensup olursa olsun, pratikte o dinin şeylerini yerine getirmesi farklı bir şeydir. Kültürel olarak içinde olduğu şeyleri bilmek önemlidir. Aynı anda hem Hristiyanlıktan hem de İslamiyetten dualar okur. Yaban’ın aydınından cok farklıdır. Kültürel kodlarla ilişkisi cok güçlüdür hala. Dini bütün bir Müslüman olmaya derdi yoktur, seküler yaşamın nimetlerinden yararlanır. Genel felsefesi ahlak ve adalettir. Ama Şafak’ın evli olmasını bilmesine rağmen, kendi kafasındaki yaratıyı yaklaşımı nedeniyle ahlaki bağlamı göz ardı etmiştir tıpkı Gün Zileli’nin anlatısı gibi. Fikirleri marjinaldir Günay’ın. Kendisi bir prototiptir. Üst sınıf beklentileri önemlidir. Bozkırlı bir Müslüman türk gibi gebermek istemez. Bastığı yerde ot bitmeyen türkten kork der ve şehirleşme eleştirisi yapar. Şiran’ın kürt devrimciliğine hayrandır, havarilerdeki devrimcilikten uzaklaşıp başka yerlere gitmesi, şiran’ın uzaklaştığını görmesiyle ilk kazığı ondan yer. Sırf Anadolu’dan geldi diye Şafak’a umut bağlar. Kendi vatanımda haymatlos olmuştur. Kendini kutsal bir otorite olarak görür ve bunun sağladığı bir özgüven vardır.
80 sonu pragmatik ve oportünist bir yaklaşım var şafak’ta ortaya çıkar. Yıllar önce istanbul’a gelmişler ve gecekonduda hayatları geçer. Günay hep bunu romantize eder. Anadolu insanının asli vasfını görür çünkü. Geleneksel türk yapıcı değil yıkıcıdır çünkü onlara göre. Günay 60'larda milliyetçileri görmüş 70- 80'lerde solla hemhal olmuş ve aynı zamanda içlerinde bulunduğu gibi arkadaşlığın ötesinde ilişkiler gelişmiş ve üniversitede görev yapmış bir karakterdir. Farklı kesimleri tanır ve shp ile kurdgu ilişkide türkiyede organik bir düşünce inşa edebilirler mi düşüncesi vardır. Türkiye’deki sol kültürel paradigmadan uzaklaşmaya başlar. 68 kuşagının öncü isimleri hariç çin ve Sovyetler arasında bölünen bir soldu, organik değildi. Bu da sınıfsal bir mesele haline gelir, Gün Zileli gibi zamanla devrimci değil parti bürokratı haline gelir. Bunu eleştirir aslında. Bu durumda günay shp’nin Anadolu ruhunu yansıtabilecek bir parti ve yaklaşım olduğunu düşünüyor. Ana akıma eleştirisi vardır. Aydının uzaklaşması hikayesini tartışır. Hesaplaşma ve sınıfsallaşma cinselliğin çok daha ötesindedir. Bir süre tolere eder ama sonrasında değişir işler.
Shp’nin toplumla kurduğu ilişkileri gösterir. Şafak’ın belediye başkanlığı adaylığı iradesini ortaya koymasıyla; şafak Günay üzerinden belediye başkanlığı adaylığını garantiye aldı. Kendini üst sınıfa atlattı ve Günay’ı kullandı.
İntihar meselesine gelince, aşk acısı çekenler intihar eder aslında kolay kolay açlıktan fakirlikten intihar etmez insanlar. Dünyevi karşılığını bulanlar daha çok intihar eder. Başka bir tükeniştir Batı aslında. En büyük fark budur. Yaşama odaklanan medeniyet her koşulda yaşamı önemser. Ama umudun kırılması durumu yoktur. Biter ve başlar. Fakat nekrofli perspektifindne bakıldığında insanın psikolojik tükenmişliği ortaya gelir. Ancak doğu medeniyetlerinde intihar asla tercih edilmemesi gereken bir yoldur.