Bekleyişin Tutkusu
Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Şiirinde Kavuşma ve Özlem.
Ümit Yaşar Oğuzcan, bu şiirinde aslında birçoğumuzun yaşadığı bekleyiş merhalesinin evrelerini anlatmıştır. Dolu dolu yaşadığı bu sancı, beklenene olan tutkunun ulaştığı boyutlar sonucunda, asıl haz verenin kavuşmak değil beklemek olduğunu dizelerinde göstermiştir. O, kavuşmaya değil beklemeye müptela olmuş bir şairdir. Âdeta sevgiliye olan arzuyla uyuyup uyanan şair, bu süreçte etrafında olup bitenleri, bu isteğin etrafındaki nesnelere nasıl sirayet ettiğini dizeleriyle buluşturmuştur. Şiir genelinde, sevgili gelseydi eğer neler olurdu ya da geleceğini bilmesi onda neler yarattı gibi sorulara da cevap vermektedir.
İlk dizelerden itibaren Ümit Yaşar'ın içindeki o kıpırtıyı, heyecanı görebilmekteyiz. Ayaküstü bir kapı sesini, sokaktan geçen bir saç rengini görmeye hazır hâlde yaşadığını, bununla beraber onu anımsatan her şeyin biraz da acı verdiğini görmekteyiz. Bekleyişe odanın dışında devam ettiğinde ise metalardan ziyade başını kaldırdığında gördüğü o sonsuz mavilik, sevgilinin gözlerinden bir parçaymış gibi özlemekte, esen yelin dokunuşunu sevgilinin eliyle bağdaştırarak teninde geziyormuş gibi hayal etmektedir.
Kederin verdiği o melankolik havayla bağdaşan sigara bir kaçış yolu olarak tercih edilse de şairde bu durum pek işe yaramamıştır. Dumanında bu doludizgin bekleyişin suretini görmektedir. Gördüğü, hissettiği her şey sevgiliye dönüşürken tattığı her yemişte, içkide lezzetin tarifi sevgili olmuştur. Ama bir taraftan da onun yokluğunu bu zevklerin hiçbiriyle kapatamayacağının farkına varıp tarif edilemez bir ızdırabın içine sürüklenmektedir. Diğer taraftan da sevgiliyi suçlamadan edemez, çünkü zaman ilerledikçe gelmemesi, bekleyişleri daha da artıracak ve ruhunun çektiği çile katlanacaktır.
Artık yavaş yavaş korku sarmaktadır şairi; hiçliğin korkusu, ulaşılmazın korkusu. Çünkü resmine bakarsa görüntü zihninde yer edecek ve rüyalarına girecektir. Elbette sevgiliyi rüyada görmek korkutucu değildir. Korkutucu olan, rüyasına girenin uyandığında yanında olmayışıdır. Ümit Yaşar bu yüzden onun suretinin zihninde yer etmesinden çekinir. Birinin yokluğuyla eşyalar anlam kazanır mı? Şair bekleyiş talebini öyle bir sindirmiştir ki, sevgili geldiğinde ancak eşyaların görevini yerine getireceğini benimsemiştir. Tek başına oturmak istememekte, tek başına hiçbir nesnenin karşısına çıkmak istememektedir. Sevgilinin dokunacağı, gözünün değeceği her şeyi ona atfetmekte, sadece kendisinin değil, odasındaki eşyaların dahi onu istediğini anlatmak istemektedir. Ayna da bardak da sevgiliye değebilmek için yerinde bekliyordur.
Zamanın durması, ölüme olan yaklaşımın ertelenmesi demektir. Ölümü bu dünyadan bir kurtuluş olarak gören şair, sevgilinin gelişinin verdiği neşeyle ölümü ötelemektedir. Sevgili, onun için bir tutkudur; bu his onu dünyaya bağlar ve bu sayede ölümü unutur. O, diğer şairler gibi aşkta ölmeyi değil, dünyanın karşısında dimdik durup savaşmayı, aşkta yaşamayı tercih etmektedir. Dizelerinde bunu yansıtır.
Hayatın rutininde her şey bir döngü hâlindedir. Doğum ve ölüm, birbiri ardına gelen iki zıt gerçekliktir. Ümit Yaşar, bu döngüden kopabilecek tek şeyin kadın olduğunu, dünya ile ölüm arasına girebilecek tek varlık olduğunu ifade eder. Şair bu sevgiliye öyle bağlanmıştır ki, gelmeyeceğini anladığı anda darağacına çıkacak cesarettedir. Zaten şairin hayatta kalma gibi bir çabası yoktur. Sevgili, sadece onun duygularını besler; duygusu olan hiçbir insan da dünyadan kurtulmak istemez, hisler dünyaya ait idealardır.
Ümit Yaşar Oğuzcan, zaman ilerledikçe kendini kısıtlamaya başlamaktadır. Ayrılığın karaltısı gittikçe kaplamaktadır üzerini. Dışarı çıkmak, kimseyi görmek istemez. Sadece tek arzunun peşindedir. Artık onunla uyanmalı, onunla gülmeli, sadece o girmelidir kapıdan içeri. Bu yüzden, sevgilinin eline benzettiği, tenini okşayan rüzgârı içeri almamak istemektedir. Onun tek aydınlatıcısı sevgili olduğu için de içten içe kıskançlığa bürünüp, rüzgâr gibi güneşi de kabul etmemektedir. Tabii güneşsiz kalmasının ardından daha da içe kapanmaya başlayan şair, bu melankolik havayı iyice solumaktadır. Biraz kıskançlığın, çokça da beklemenin acısı yavaş yavaş şairi zehirlemekte, kabuğuna çekilmektedir.
Özlem, yalnızlık, umut… Sonlara doğru hiçbirine takati kalmamıştır artık. Bekleyişin değil, arayışın peşine düşmüştür. Seslenmektedir! Bu seslenişte tüm yorgunluğunu, özlemini, yalnızlığını… Haykırmak istemektedir.
Bu ifadeler, bekleyişinin son damlalarıdır. Son kez var gücüyle umudunu ayakta tutarak kavuşma dileğinin şiddetini vurgulamak istemektedir. Ama zamana hükmedemeyen şair, ölümün her zaman galip geleceğini bilmektedir. Bu galibiyetin sonunda da gelse sevgiliyi kabul edeceğini ifade ederek, ölümden sonra dahi onun varlığını kabul etmektedir.
Her ne kadar yalnızlığa ve zaman zaman ümitsizliğe kapılsa da sevgilinin bir çıkagelişi, ölüme karşı gelip dünyaya tekrar dönmesine sebebiyet vermektedir. Şair, bu dizelerde ölümden kaçamama sebeplerini söylemiştir. Çocuk örneğinde ise duygularının ne kadar masumane olduğunu ifade ederken, aynı zamanda bu sevginin ne kadar gerçekçi olduğunu ortaya çıkarmıştır. Özlemek, eksik kalan parçanın tamamlayıcısıdır insanda. Ümit Yaşar da bu eksikliğini sarılarak tamamlayacağını söylese de, bu eksiğin asla tamamlanamayacağını çok iyi bilmektedir.
Artık son dizelerde şairin içindeki dalga iyice hiddetleniyor. Keder, çile hayatın bir parçasıyken, o hepsini kapsayan yaşamakla özdeştiriyor bu tutkusunu. Ağır bir yükün altına girerek ruhunu kaptırıyor sevgiliye. İlk satırlarda da değindiğimiz gibi şairin asıl hedefi, ulaşmak değil, beklemenin verdiği hazzı yaşamaktır. Beklemek, yeni doğan bebek gibi öylesine masum, öylesine temizdir. Beklemek, tüm dileklerin gerçekleşmesi kadar heyecanlı, dünyalara sahip olmak kadar tatmin edicidir. Şair için beklemek, bu dünyadan çok öte bir gerçeklik hâline gelmiştir. Ölümün bir yok oluş olduğunu kabul etmeyerek, ölünce dahi bekliyor oluşun savunucusu olmaktadır.