Bencillik/Çıkarcılık

Sosyal bir canlı da olsa insan ‘kendi’ hayatı açısından yalnız başınadır.

Yeryüzünde yaşayan canlılar arasından en bilinçli ve bilgi edinme açısından en kapasiteli olan insanların bu yönden bakıldığında diğer canlı türlerinden en bariz farkı, kendi opsiyonlarını kıyaslayıp ona göre adım atabilmesidir.

Ayrıca bireyde görülen bir diğer kavrama da egoizm adı verilir. Egoizm, düşünür/filozof Ayn Rand’a göre her bireyin birincil ahlaki görevinin kendi iyiliğini, çıkarını ve rahatını sürdürmek olduğunu iddia eder. Dolayısıyla, kendi ‘çıkarıyla’ ilgilenen birey, kendi eylemlerinin yararlanıcısı olduğundan ötürü ‘bencil’ olmalıdır. Var olan en akıllı hayvan sayılan insanlar, öyle ya da böyle, fark ederek veya gayri ihtiyari bir şekilde, yaşamını en kendinin farkında olarak; dolayısıyla en ‘ben’ odaklı olarak yaşar. Çünkü yaşam süresi boyunca en değer vermesi gereken yegane olgu kendisinin hayatıdır, ki bunu da düşünme eylemiyle gerçekleştirir. Birey, bilinçli veyahut bilinçdışı bir şekilde kendi benliğinin sürdürülmesini düşünmek, dolayısıyla, çıkarcı ve ben merkezli bir şekilde hareket etmek zorundadır.

Anne rahminden hayat sahnesine düştüğü andan itibaren insan, en temel içgüdü olan hayatta kalma içgüdüsüyle yaşam denizinde ya çırpınarak boğulmaya mahkumdur ya da yüzmeyi öğrenerek hayata en kaliteli şekilde tutunmaya çalışır. Bu düşünce de aslında felsefede psikolojik egoizm denilen -bireyin yalnızca kendi ilgi alanları için uğraşılması gerektiğini savunan- bir görüştür. Bu görüşün öne sürülmesinin sebebi her bir insanın fizyolojik ve psikolojik anlamda biricik olduğunu, dolayısıyla bu özgünlük halinin bireyin yaşamının sürekliliğinde temel bir rol oynadığı ve bu uğurda yapılacak bütün eylemlerin bireyci çıkar düşüncesiyle yorumlanabileceği söylenebilir. Adı üstünde içgüdü denilen şey aslına bakarsak, -sağlıklı- bir birey için onun eninde sonunda fark etse bile hayatın geneline yaydığımızda birey için fark edilmeyen ya da bu fark ediş için çok zaman alan bir norm haline gelmeye başlar. Çünkü hayat sahnesindeki milyarlarca oyuncudan biri olan birey için bırakın hayatın genelini, başlı başına hayatla savaşmak neredeyse imkansızdır. Neredeyse imkansız, çünkü bu içgüdünün farkında olan birey, baz amaç olan hayatta kalma düşüncesinin ötesine geçmeye çalışıyorsa -bir nevi içgüdülerini de bir kenara ittirmeye, yani benliğini hayat sahnesinin tam ortasına koymaya çalışıyorsa- burada çok temel, genelde negatif karşılanan ve yorumlanan kavramla karşılaşıyoruz: Bencillik/Çıkarcılık.

Hayat dediğimiz kısa veya uzun soluklu süreç, başlı başına bireyin basit bir şekilde kendi başına ve kendi çabalarıyla yaşamını ve benliğini sürdürme eylemidir. Bireyin bu uğurda ve süreçte yaptığı her şey, her ne kadar, bazı zamanlarda başkaları için yapılmış gibi görünse de esasında kendi kimliğine ve çıkarına eklediği şeylerdir. “Ailem, arkadaşlarım, eşim, evcil hayvanım vs. uğruna her şeyi yapar, bu uğurda canımı bile veririm” demek bile özünde bencil bir düşüncedir. Çünkü temelinde bireyin ‘kendi’ ailesi, arkadaşları, eşi, evcil hayvanı söz konusudur. Onlar dışında, kendiyle alakası olmayan durumlarda bile bulunduğu eylemler bireyi yansıtır çünkü sonucunda bireyin toplumdaki kimliğini, statüsünü ve kendi iyiliğini etkileyen sonuçlar alır.

Yine Ayn Rand’dan bahsedecek olursak, Rand canlılara özgü olan tek bir temel alternatiften bahseder: Var olmak ya da olmamak. Birey tek başına, kendi aklını ve vücudunu kullanarak, kendince aldığı kararlar dahilinde yaşamını sürdürmeye, yani var olmaya çalışır. İnsan dediğimiz, yaşamının yani genele vurulduğunda kendinin sürekliliği için kendi varlığından kaçma gibi bir eyleme muktedir değildir. İnsan ya kendi için var olur ya da kendi yaşamının bitişini izler. Bahsedilenlerden yola çıkarak intihardan bile bencil/çıkarcı bir fiil olarak söz edilebiliriz çünkü en nihayetinde birey ‘kendi’ hayatına ‘kendi’ bencil/çıkarcı isteğiyle son verme arzusundadır.

Ayn Rand’a göre insan, toplumdan sıyrılmış bir canlı değil, tam tersine geçmişi ve geleceğiyle birlikte düşünüldüğünde toplumun parçası olan bir kimliğe sahiptir. Fakat önceden de belirttiğim gibi, yaradılışından, ruh, zihin ve beden farklılığından ötürü, birey özgün olduğu kadar özgürdür de. Dolayısıyla, kendi benliği dışında onu ilgilendirmeyen her şey bir nevi özgürlüğünü kısıtlar. Fakat bu kısıtlamalara karşın bireyin gerçekleştirdiği her eylem esasında kendi içindir. Uçuk görünse de bir örnek verecek olursak, kötü bir eylemde bulunan başka bir bireye merhamet edip onu affetmek bile aslında içten içe çıkarcı bir girişimdir. Çünkü en basitinden -farkında olarak veya olmayarak- merhamet gösteren birey makul veya iyi bir birey olma düşüncesi içindedir. Özellikle merhamet duygusunu inanç ile baz alırsak bireyin sonraki hayatı için bile bu eylemde bulunduğundan söz edebiliriz. Veya bireyi toplumun bir parçası olarak düşünürsek kabul görmesini, bir sıfata layık görülüp “merhametli” olarak atfedilme ihtiyacını içten içe gidermeye çalıştığından bahsedebiliriz.

Anne rahminden daha 1 dakika önce çıkmış, ciğerleri oksijenle dolduğu için istemsizce ağlayan bir bebeği, acıktığında söyleyecek sözü olmadığından sadece ağlayarak isteğini dile getirmeye çalışan yaklaşık birkaç saatlik insan yavrusunu tahayyül edin. Tek yapabildiği şeyin veya şeylerin kendi hayatta kalma içgüdüsünden kaynaklandığından bahsedersek, muhtemelen buna karşı duracak bir argüman olmayacaktır. Benzer şekilde, daha birkaç saattir annelik kimliğini taşıyan birey için, aksi veya beklenmedik bir durum haricinde, özellikle o ilk saatlerde veyahut hayatının devamında, hayatının tam ortasında anne olma içgüdüsüyle gelen bir kimlikten bahsedebiliriz. Tam da bu noktada, her ne kadar bebek anneye anne kimliği, anne de bebeğe bebek kimliği verse de ortada oluşan ve bir nevi içgüdüden kaynaklanan çıkara değinebiliriz.

Genel hatlarıyla bakacak olursak bencillik/çıkarcılık, şeytani veya bireye ve hatta topluma salt tehlike yayan bir olgu değil, tam tersine bireyi iyi bir birey olma düzeyi kadar etkileyen nadide bir bahsedilişin ürünüdür. Çünkü sosyal bir canlı da olsa insan ‘kendi’ hayatı açısından yalnız başınadır. Dolayısıyla, diğerlerinden sıyrılıp ‘benci’ olmanın kapılarını zorlamalıdır.