Datça'da Bir Anı: Yazarlık

Özel hissettiren bir an ve yeni başlangıçlar.

Datça, şubat rüzgarlarının şehri sarıp sarmaladığı, badem çiçeklerinin zamansız bir zarafetle açtığı bir mevsimde bambaşka bir ruha bürünüyordu. Annemle birlikte Eski Datça'nın taş sokaklarında gezerken zamanın nasıl aktığını farketmemiş olacağız, bir yere oturup dinlenmeye karar verdik. Dar yollar, kiremit rengi damlar ve bademli kurabiye kokuları... Bu atmosferin bir parçası olmak, hayatın süratle akıp giden ritmine karşı zarif bir meydan okuma gibiydi.

Bir kafeye oturduğumuzda annem kahvesini ve bademli kurabiyesini sipariş ederken, ben nostaljik detaylara kapılarak içeriyi gezmeye başladım. Yaşanmış hikayelerin duvarlara sindiği bu mekanda, her şeyin bir anlatısı vardı sanki. Derken, arkamdan gelen bir sesle döndüm. Az önce bizden siparişleri alan yaşlı adam, bana bakarak ve hafifçe gülümseyerek konuştu:

"Sanırım yazmayı seven birisiniz, öyle değil mi?"

Biraz şaşkınlık ve biraz da utangaç bir tavırla onaylarcasına evet diyerek gülümsedim. Yaşlı adam gözleriyle kasanın önünde duran defterleri işaret etti. O ana kadar fark etmediğim, deri kapaklı ve iple bağlanmış eski tarz defterler bana bakıyordu. Bir yanda defterleri incelerken diğer yanda keyifli bir sohbetin başlangıcı yapılmıştı bile.

Liseden çağlarından bu yana okul dergilerinde kendince satırlara tutunan biri olarak, bu anın özel olduğunu fark ettim. Kısa bir sohbetin ardından, elimde deri kapaklı defterle kafeden çıktım.

Bazen aradığımız ilham ve itici güç bir kelimenin, bir bakışın, bir tesadüfün içinde gizlidir. Ve bazen bir şehir, bir kafe, bir insan, sizi zaten bildiğiniz ama fark edemediğiniz bir yola usulca işaret eder.