Döngünün Yarattıkları
18.yy Döngüleri: Bir Devrin Başlangıcı.
Fransa’da bir felsefi, düşünsel ve Aydınlanma Çağı olarak bilinen on sekizinci yüzyıl, sanat açısından büyük önem taşımaktadır. Bu düşünsel ve aydınlanmayla harmanlanmış biçim, -ve de aynı zamanda biçimin, düşüncenin kendisi olarak- on yedinci yüzyılda ve de bu yüzyılın sonlarında karşımıza çıkmaktadır.
Bu zaman aralığında bir çeşit aydınlanma akımı ortaya çıkmıştır. Bu akımın en temel özellik ve sahip olduğu karakteristik var oluşu; yasaların incelenmesinin, metafizikten ziyade daha toplumsal konuları ele alan bir çerçevenin ve eleştirel düşünce gibi kavramların ortaya çıkışına olanak sağlamaktır. Bu çağ, akım ve bağlamların önde gelen yazarlarından Jean-Jacques Rousseau, toplumla ilişkili kavramları, toplumun kendisini ve politika, din, yasa gibi toplumun içinde barındırdığı birçok olguyu eleştirmiştir. “Bana, sen kral mısın yoksa yasacı mısın ki, politika üzerine yazı yazıyorsun, diye soracaklara vereceğim karşılık şudur: Ben ne kralım, ne de yasacı; onun için politika üstüne yazıyorum ya!” Felsefe de düşünsel niteliği ile, bu yüzyılda edebiyat ile birleşmeye ve harmanlanmaya başlamıştır. (Trajedi-destan türü, eğitici şiirler, öykü ve romanlar, düşünsel anlatılar…) Bu bağlamda eleştirici düşünce, sorgulama ve araştırma gibi kavramların bir sonucu olarak bilimin temelini oluşturmuştur. Felsefeye ilaven ve felsefeyle beraber, bu period içerisinde var olan kavramlardan diğerleri ise; hukuk, tarih, toplumsal incelemeler ve akla dayalı daha birçok kuramdır. Yargıçın akıl ve eleştirici düşünse olduğu on sekizinci yüzyılda, doğa ve doğa yasaları da büyük önem taşımaktadır. Doğa bir var oluştur, bu var oluşta doğa bir ilhamdır, bir araçtır, bir gereksinimdir.
1760’dan itibaren, Voltaire, tıpkı Jean-Jacques Rousseau gibi düşünsel bağlamda hakimiyet göstermektedir. Adaletin ve dinin doğru eğilimde olmadığını vurgular. Diderot Ensyclopedia’yı yayımlamaya çalışır. Bu iki öncü yazar, bu dönemde politik, sosyal ve özetle de toplumsal, toplumu özetler ve inceler nitelikte, bir nevi sosyolojik çalışmalarıyla göze çarpar:
Voici le temps de l’aimable Régence, / Temps fortuné marqué par la licence.
Voltaire
Bu tarihsel süreçte klasisizm ile beraber bilimin varoluşu hızlanmış, mantıksal ve düşünsel eylemlerin oluşumu artmıştır. İlerlemeye engel olan önyargı, nefret ve zorbalık gibi kavramların önüne geçmek için ise hoşgörü, özgürlük ve siyasal&toplumsal eşitlik gibi kavramlar halka yayılmaya, öğretilmeye çalışılmıştır. Fransız İhtilali ve yıkılan monarşinin ardından, ‘Romantizm’ doğuşu başlamıştır.
Romantizm, klasisizme zıt ve aykırı, kabulsüz olarak kanıtlar varlığını. Akıldan ziyade, kalp yargıç olmaya başlamıştır artık. Serbestlik, özgürlük ve zihin gücüyle doğan hayali yaratıcılık, kalbin yargıçlığında eserlere doğmuştur ve eserlerdeki karakterler bu açıdan var olurlar. Toplum dinamiği büyük ölçüde değişmiştir artık ve bununla beraber, eserlerdeki karakterler ve yazarların kendilerine has kimlikleri de doğru orantıda değişmiştir. Romantik kahramanlar, duygusal olarak hüzünlü, melankolik ve binevi kötümser gibi sıfatlarla var olur. Belki de haklıdırlar bu negatif sıfatlarla beraber anılmaya: Ellerindeki her şey binevi artık kaybolmuştur, bir gelecek kaygısı ve egzistansiyalist bir hal karşılar onları. Bu ise elbette ki melankoliyi, ölüm arzusunu ve hüznü içinde barındırır, karakterler bu sıfatları taşır benliklerinde. Buna ilaven, klasisizm ile etkisini kaybolmuş din, romantik karakterlerin ışığında bir güç, bir var oluş simgesi olarak; güçlü, manevi ve yoğun bir şekilde koyu bir Hıristiyanlıkla var olur.
Romantizmde, karakterlerin ağzından kağıtlara dökülen dil, oldukça serbest bir üsluptadır. Klasisizmde görülen kısıtlama ve kuralların hiçbirine romantizmde ve romantizmin karakterlerinde rastlanmaz. Bu bağlamda, romantik kahraman hüzünlü olduğu kadar özgür ve serbesttir de. “Weltschmerz”, Alman yazar Jean Paul tarafından, Selina adlı romanda ortaya çıkan bir terimdir ve dünya acısı, dünyadaki kusurlara göğüs gerememe manalarını taşır. Hayatta var olan bu weltschmerz, birçok yazarı, şairi, sanatla iç içe olan kişileri ve dolayısıyla da bu kişilerin ürettiği romantik karakterleri etkilemiştir. Bir hüznün ve sağlığını koruma içgüdüsünden yoksun olmanın yarattığı durumla aramızdan ayrılan Alfred de Musset; weltschmerzin belki de en keskin kurbanı olan Gérard de Nerval ve intiharı, belki de en büyük örneklerindendir dünya acısının ve de hüznün; romantizme konu olan…
Özetle, on sekizinci yüzyıl romantizminin kendisinin karakteristik özellikleri, eserlerdeki karakterlerin sembolik var oluşu ile benzer niteliktedir. Coşku anlamlarına da gelse, romantizm içinde bir acıyı, bir var oluş sorununu, bir hüznü taşır. Eserlerdeki karakterlerin, doğa ve yasalarından ilhamlar alarak; kendilerini oradan oraya süzülen küçük, sarı bir yaprak gibi görmeleri öyle kaçınılmazdır ki… Bu bağlamda hayat bir ağaç olur, ve bizler de tıpkı romantik karakterler gibi, edebiyat tutkusu ışığında önce bu ağaçta doğarız, yeşeririz: Ardından ise düşeriz bu ağaçtan, bu düşüş edebi duygularımızı var eder, yere düşene dek... Ölürüz sonra, yok oluruz; sapsarı bir yaprak oluveririz, çürük... Biz doğaya karışıp gitsek de, düşerken ve acı çekerken yarattığımız edebiyat, sanat; tarih boyunca baki kalır, asla yok olmaz. İşte edebiyatın gücü ve manası budur; romantizm akımı ve romantik şairler, yazarlar, ve eserlerindeki karakterler bu güç ve manayı okurlara anlatmaya çalışır. Bir döngüdür bu, hayatın kendisidir…
KAYNAKÇA:
- Berke Vardar, Fransız Edebiyatı.
- Edebiyat Tarihinde Romantizm Kavramı, Rene Wellek.
“Neme gerek hanım hanımcık isen, / Güzel ol! Hüzünlü ol! Bana yeter, / Irmaklar gibi, doğaya can veren, / Gözyaşıdır insanı güzelleştiren / Fırtınalarla gençleşir çiçekler / İnan, daha çok seviyorum seni, / Kıvanç gölgeli alnından kaçınca.”
Sylvie-Dizeler- Gérard de Nerval
“Kendimle öyle çok uğraşıyorum ve bu kalp öyle fırtınalı ki, ah bırakıyorum başkaları kendi yollarında gitsinler yeter ki onlar da beni kendi yolumda rahat bıraksınlar.” Genç Werther’in Acıları-Goethe
“Kendi kendimden de, başka hiç kimseden de hoşnut değilken, gecenin sessizliğinde, yalnızlığında kendimi bağışlamak, biraz da gururlanmak isterdim…”
Paris Sıkıntısı-Baudlaire