Feminist Distopyada İkinci Cinsiyet Olarak Kadın
Damızlık Kızın Öyküsü ve Güneş'in Çekirdeği eserlerinin feminizm bakış açısıyla beden politikası konusu üzerinden karşılaştırılması.
Damızlık Kızın Öyküsü, distopik bir gelecekte kadınların sadece üreme amaçlı kullanıldığı totaliter bir rejimle yönetilirken, onların baskı altında olması ve bedenlerinin kontrol edilmesi gibi temaları işlemektedir. Güneş'in Çekirdeği ise yine feminist bir distopya sunar bize. Kadınların ve erkeklerin onlara belirlenen toplumsal cinsiyet normlarına göre davranma zorunluluklarını ele alır. Bu yazıda iki eser de toplumsal cinsiyetin distopya bağlamında beden politikasının nasıl işlendiği üzerinden karşılaştırılacaktır.
Gelecekte olabileceklere dair sansasyonel teoriler edebiyatta iki kutupta hayat bulur: Ütopya ve Distopya. Ütopya kavramıyla ifade edilen pozitif bir kurgusal mekanın, arzu edilen bir “yok ülkenin” aksine distopya, genellikle totaliter rejimin kuşatması altında felakete sürüklenmiş, baskı ve terör nedeniyle tek tipleşmiş toplumların negatif bir görünümünü sunan hayali “kötü bir yerdir” (Özakın, 2019: 498). Distopyadaki bu korkulu gelecek, şimdiki zamanında daha kötü ancak olabilecek teorilerine karşılık edebiyatta hayat bulur. Feminist distopyalar da okuyucuya, ataerkillik yüzünden kadınların yaşayabileceği eşitsizliklerin, ayrımcılığın ve toplumdan silinebilecek olmalarının ihtimallerini yansıtan bir mesajdır.
Feminizm; kadınların başta sosyal olmak şartıyla her alanda cinsiyetçiliği belirten ve cinsiyetler arasındaki ayrımcılığın nedenlerini bularak onları yok edeceğini ve cinsiyetleri eşitleyeceğini savunan bir ideolojidir. Günümüze kadar kadınlar, toplumda birçok kez aşağı cinsiyet olarak görülmüş; en kötü haliyle bir diğer cinsiyet olarak ele alınmamıştır. Feminizm basitçe kadınların kendi başlarına toplumda var olacağını söyler.
Her distopyada olduğu gibi totaliter bir rejimin altında insanlar kontrol altına alınmaya çalışılır. Bu iki feminist distopyada kadınların en çok bedenleri kontrol altında tutulmaya çalışılır.
Beden politikası, kadınların ve cinsiyet azınlıklarının bedenleri üzerine toplumsal ve politik kontrol kurulmasını araştıran bir kavramdır. Bireyler, bedenleri üzerindeki hakları, özgürlükleri kaybeder, kısıtlanırlar; beden politikası da bu hakların nasıl bağlamlarda işlenip şekillendiğini inceler. Özellikle feminizmde ele alınan bu konu, kadınların kendi cinselliklerini ifade etme ve bunda söz sahibi olma hakkı üzerine de yoğunlaşır. Toplumun kadınların cinselliğine ilişkin dayattığı normlar ve kısıtlamalar, feminizmin eleştirdiği konular arasındadır.
Johanna Sinisalo tarafından yazılan Güneş’in Çekirdeği kitabında Yeni Finlandiya Cumhuriyeti'nde üç cinsiyet vardır: erkekler ve Eloiler ve Morloklar olarak iki sınıfa daha ayrılan kadınlar. Eloiler bu sistemde erkeklere itaat eden güzel lakin aptal dişilerdir; morloklar ise akıllı, boyun eğmeyen ancak evlenip çocuk yapmaları yasaklanan işçi kadınlardır. Aseksüel olmaya zorlanırlar.
Güneş’in Çekirdeği’nde kadınların ikiye ayrılması alt-üst hiyerarşisinden ziyade onların nasıl göründüğüyle de ilgilidir. ‘’Gelir gelmez devlet tarafından cinsiyetlerimizin belirlenmesi için bir dizi teste tabi tutulmuştuk. İspanya’da böyle bir test olmadığından benim için geç kalınmıştı. (…) Yetkililer önce görünüşümüzü incelediler. Yuvarlak kafalar, hokka burunlar, kocaman gözler, sarı saçlar. Her şey apaçık ortadaydı’’ (Sinisalo, 2023: 35). İki kız kardeş, Vera ve Mira, birbirine benzeyen sarışın, beyaz tenli, feminen görünüştelerdir. Karakter olarak farklı olsalar bile teste tabii tutulduklarında Vera, bir problem olmaması için Mira’yla aynı tepkileri verir. Onun için bu testler gelecekte bedenlerinin kontrolünü sağlayacak bir test değildir; o, o anda bu testin iyi kız kardeşler olup olmadığını ölçtüğünü sanmıştır ve bu sebepten ötürü de Eloi seçilmiştir. Sonrasında böyle yaşasa da Vera (Vanna) cinselliğini keşfetmeye ve ona dayatılan normları aşmaya başlar.
Alıntıdan anlaşıldığı üzere, Güneş’in Çekirdeği’nde kadınlar bedenleri hakkında söz hakkına sahip değillerdir. Zaten onlardan olmaları beklenen kişiye devlet karar verir ve dediklerini yapmaları istenir. Tamamen bir kontrol durumu söz konusudur. Distopik feminist bu kitapta da kuralları koyan yine erkek egemen devlettir ve her şey onların istediği gibi yaşanır. Kadınların bedenleri de erkeklerin kontrolü altındadır.
Margaret Atwood’un Damızlık Kızın Öyküsü’nde kadınlar iki farklı cinsiyet olarak ele alınmaz, ancak burada da kadınların bedenleri ve doğurganlığı erkekler tarafından kontrol altına alınmaya çalışılır. Ataerkilliğin doğuşundan itibaren ‘’kadının doğurganlığı iktidarını kaybetmek istemeyen erkek için daima korkutucu bir güç olmuştur’’ (Polat, 2017: 1508). Kitapta damızlık olarak görülen kadınlar, üst sınıf aileler tarafından hapsedilir, isimleri olmaz ve sadece birilerinin taşıyamadığı çocukları taşımak için kullanılırlar. İktidarın bu kadınları kontrol altına alması bir darbeyle gerçekleşir ve bu darbeden sonra bütün kadınların hayatı değişime uğrar. Kendi iradeleri yok sayılır. Bedenleri, onlara hükmeden erkekler için bir doğurma aracıdır artık. “Onun için salt kullanılacak bir beden değilim artık. Yüksüz bir tekne, içinde şarap olmayan bir kadeh -kabaca ifade etmek gerekirse çöreksiz bir tava değilim onun gözünde artık. Onun için salt boş bir şey değilim” (Atwood, 1992: 188). Offred karakteri de sistemin bedenini kontrol etmesini istese de istemese de kabullenmiştir. Bu yüzden çocuk dünyaya getiremediğinde bedeninin eksik, verimsiz olduğu fikrini kabullenir kendi içinde.
Eserde kadının değersizliği ve ikinci planda oluşu yasalarla sabit kılınmış, erkeklerin kısır olamayacağı ve çocuğun olmamasının yalnızca kadınla ilgili olduğu normu geliştirilmiştir. “Aynı zamanda, totaliter bir rejim söz konusu olup bir adli sistem mevcut değildir” (Pak, 2019: 7). Her iki eserde de kadın bedeni ataerkil düzende erkeklerin istediği şekilde kullanılır. Sebebi ise kadını cinsellik üzerinden de kontrol edebilmektir. Kadının cinselliği tabu olmuş, özgürlüğü kısıtlanmıştır.
Her iki eserde de yaşanan bu durum, kadınların bedenlerini, cinselliklerini ve kimliklerini eleştirir. Gelecekte olabilecek durumların yansıması olarak yazılan bu iki eser, kadınların bedenlerinin nasıl onların kendi seçimleri ve özgürlükleri olmadan ellerinden alınabileceğini de yansıtıyor. Eserlerde kadınların bedenleri kendi kontrolleri dışındadır artık. Sonuç olarak Güneş'in Çekirdeği ve Damızlık Kızın Öyküsü kadınların totaliter bir rejimde yaşayabileceği baskıları gözler önüne sermektedir.
KAYNAKÇA
Atwood, M. (1992). Damızlık Kızın Öyküsü. (Çev. S. & Ö. Kabakçıoğlu). Afa: İstanbul.
Berktay, F. (2012). “Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın: Hıristiyanlıkta Ve İslamiyette Kadının Statüsü Üzerine Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım.” İstanbul: Metis Yayınları.
Pak, M. D. (2019). Feminist Distopyada İktidar, Baskı Ve Direniş: Damızlık Kızın Öyküsü. IBAD Sosyal Bilimler Dergisi1-11.
Polat, M. E. (2017). “Nazlı Eray’ın Kadın Tohumu Öyküsünün Feminist Edebiyat Eleştirisiyle İncelenmesi.” Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 6(3), 1507-1519.
Sinisalo, J. (2023). (1. Baskı). Güneşin Çekirdeği. (Çev. N. D. Çidanlı). İthaki: İstanbul.
Özakın, D. (2019). “Damızlık Kızın Öyküsü”: Arendt’in Doğarlık Düşüncesi Karşısında Yeniden Üretim Mülkü Olarak Beden.” Rumelide Dil Ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 17, 495-514.