Kitapseverlerin Huzur Bulduğu Film: The Bookshop 

Emily Mortimer'in canlandırdığı Florence Green'in, bir sahil kasabasında hayalleri için açtığı kitabevi serüveni The Bookshop.

1959 yılının İngilteresi’nde Hardborough isimli bir sahil kasabasında geçen The Bookshop filminin başrolünde, kitaplara tutkusuyla dikkat çeken Florence Green isimli bir kadını canlandıran Emily Mortimer oynuyor. Film Penelope Fitzgerald’ın 1978 tarihli aynı isme sahip bir romanından uyarlanmıştır.

Filmin ilk sahnelerinde eski bir evin, kitabevine dönüşürkenki serüvenini izliyoruz. Bu sahneler sakinliğiyle, Florence’in her anında tutunduğu kitaplarıyla ve de kitapların eşsiz görüntüsüyle bizi o sahafın adeta içerisinde hissettiriyor. Filmin en güzel noktalarından biri de hiçbir şeyin kolay şekilde gerçekleşmiyor oluşu. Bizi filmlerin büyülü gökyüzünden adeta yere çakılmış gibi hissettiren bu film, aslında bize hayatın gerçek akışını sunuyor. Florence’in kitaplar satılmasa ve kimse ona inanmasa da kendisine olan inancıyla gösterdiği çabayı izlemek insana da umut olacak cinsten.

Film, Florence’in kasabada Old House olarak bilinen bir evi kitabevine dönüştürme hayali için tüm gücüyle çabalamasıyla birlikte başlıyor. Her şeyle tek başına uğraşan Florence Green’in kitabevi hayali, okumaktan çok uzak olan kasaba halkının alay konusu oluyor. Vazgeçmeyerek satışların bir gün açılacağını düşünen Florence, gelen kitapları yerleştirmeye yetişemediğinden ve o olmadığında kitabevine bakacak biri olmadığından dolayı; kasabadaki bir ailenin küçük kızı olan Christine’i yanına alıyor. Christine’in en başta kitaplara bir ilgisi olmasa da zamanla Florence’den etkilenerek kitaplara ilgi duymaya başlıyor.

Florence, gelen kitapların satılmamasından dolayı sürekli üst üste dizdiği kitaplarıyla sahafta vakit geçirirken kasabanın kimseyle konuşmayarak evden çıkmayan sessiz adamı Edmund Brundish’den bir mektup alıyor. Edmund mektupta Florence’dan bir kitap önerisi istiyor. Bunun üzerine Florence, Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451 kitabını seçiyor. Florence’in bu kitabı seçmesi oldukça manidar. Kitabın konusu kitap okumanın yasak olduğu ve itfaiyecilerin kitap olan evleri yaktığı bir dünyayla ilgilidir. Bu distopik eser filmin konusuyla oldukça uyumludur.

Florence Edmund’a öneri kitaplar göndermeye devam ettikçe kitaplar ikilinin arasında bir bağ kurmaya başlıyor. Edmund’un, Florence’e kitabevinde Lolita isimli kitabı satması gerektiğini söylemesi üzerine, Florence bu kitabı satmaya başlıyor ve kasabanın çoğunluğu ondan Lolita kitabını satın alıyor.

Tam kitabevi satışları düzene girmişken eski evin kitabevine dönüştürülmesine karşı olan Violet Gamart, Florence’in hayatındaki dengeleri sarsacaktır.

Film boyunca hiç durmadan hayalleri için savaşan Florence, ne olursa olsun asla pes etmemesi ve kitaplarıyla arasında olan bağını bize film boyunca hissettirmesiyle oldukça etkileyici bir kadın. Kitabevinde çalışan ve hikâyeyi ondan dinlediğimiz küçük kız Christine’de ondan oldukça etkileniyor. Bunu onun şu sözlerinden anlıyoruz:

İzlerken Florence’in hayallerine ortak olacağınız, sosyal yapının hayallerimiz üzerindeki şiddetli etkisini göreceğiniz; cesaretin ve kendimize olan güvenin ne kadar önemli olduğunu gözler önüne seren The Bookshop, düşüncelerimiz ve yaşayışımızın yalnızca ruhumuza benzeyen kalplerde iz bırakacağını da bize gösteriyor.