Müslüman En Büyük Hatası

İnsanların toplumssal fayda sağlayan ibadet ve öğretilere önem vermemesi ve kul hakkına riayete etmemek.

İslam, diğer tüm dinler gibi yasak ve emirleri olan, iman edenleri birtakım fiillerle mükellef kılan bir ideoloji, toplumsal yapıyı kendi çerçevesinde düzenleyen kanunlara sahip bir olgudur.


Hemen hepimizin bildiği gibi İslam'ın beş şartı vardır ve müslümanım diyen her kişinin bunlara riayet etmesi elzemdir. Hatırlatmak adına tekrar etmek gerekirse;

1- Kelime-i şehadet getirmek

2- Namaz kılmak

3- Oruç tutmak

4- Zekat vermek

5- Hacca gitmek

Bunları incelediğimizde biri hariç hepsinin bedensel, fiziksel olduğunu görüyoruz; şehadet, namaz, oruç, hac, bunların hepsi kişisel ibadetlerken, zekat toplumsal açıdan dengeleyici bir ibadettir ve özünde kul hakkı yatar.

Tasavvufta şöyle bir inanç vardır; Allah ilmi dileyene, malı ise dilediğine verir. Mülk onundur. Yani bir kişi zenginse bu, her ne kadar öyle gözükse de o kişinin şahsi çabası ile değil, Allah'ın o kişi için sebepler, fırsatlar yaratması sebebi ile olmuştur. Kendi mülkünden belli bir miktar tahsis ederek hem zenginlik verdiği kulunu imtihan etmiş hem de fakirin hakkını zenginin eli ile iade etmiş olur ki bu toplumun farklı kesimleri arasında da yardımlaşma adına köprü görevi görür. Zekatın kişisel tarafı ise yalnızca kişinin kendisi tarafından veya söz ile başkasına açıkça yetki vererek yapılmasındadır. Yani bir kişi diğerinin haberi olmadan onun malından veya hakkından zekat veremez. Rızası ve izni dışında böyle bir eylemde bulunması hırsızlıktır.

Kul hakkı ve toplumsal yapıyı düzenleme dedik; İslam gelmeden önceki coğrafyanın sosyokültürel şartlarına baktığımızda inanılmaz bir eşitsizlik ve yozlaşma görüyoruz. Kadının mal muamelesi görmesi, anlaşmalarda ve toplumsal olaylarda söz hakkı tanınmaması insanlık dışı şartlarda çalıştırılan köleler, kız çocuklarının yaşam hakkı tanınmayacak kadar değersiz olması, zenginin fakiri ezmesi, kaynakların eşitsiz dağılımı ve kullanılması... Günümüzle kıyaslanınca ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Bu paragraftan çok fazla tartışma konusu çıkarabiliriz; İslam'ın doğuşu, gelişimi, Türklerin din olarak kabul edişi, eski şaman adetlerimizle iç içe geçmesi ve karıştırılması, Kadının ve erkeğin İslam'daki asıl yeri, Patriarkanın İslam'ı nasıl kullandığı ve suistimal ederek kadının hakkını nasıl yediği gibi. Ancak benim bu yazıda asıl değinmek istediğim şey İslam'ın değil, Müslüman olduğunu söyleyen insanların nasıl iki yüzlü olduğu.


Hepimizin bildiği üzere İslam, inananları, itaat ve ibadet edenleri cennetle müjdelemiş, şirk koşanları, küfür içerisinde olanları, asileri ve günahkarları ise cehennem ile korkutmuş ve bu şekilde cezalandıracağını tebliğ etmiştir. İşte insanların çoğu ne yazık ki, sevgiden dolayı değil korkudan ve riyadan dolayı itaatkar olmuşlar... Büyük ve toplumdan dışlanmaya sebep günahlardan kaçınırken veya bunları gizli gizli işlerken, israf, kul hakkı, gıybet gibi konularda maalesef bu kadar hassas değiller. Halbuki yaratıcı der ki; ''Benim huzuruma ne ile gelirseniz gelin ancak kul hakkı ile gelmeyin.''


İnsanlar buna rağmen başkalarının hakkında ileri geri konuşmaktan, başkalarının hareketleri ve yaşantıları, yedikleri, giydikleri, içtikleri ile ilgili üzerlerine vazife olmayan her türlü şekilde konuşmaktan asla geri durmuyorlar. Bunu isteyerek ya da istemeyerek hepimiz yapıyoruz ve en az buna dikkat ediyoruz. Allah ile aramızda olan ibadetleri göstere göstere yaparken riya içerisinde, yalnızca onu ilgilendiren konular hakkında başkalarından onay ve aferim beklerken şirk içerisinde olduğumuzu bile fark etmiyoruz. İşin dini boyutunu bir kenara bıraksak bile yaptığımızın haddini aşmak olduğunu, hadsizlik ve patavatsızlık olduğunu bizi asla ilgilendirmediğini bir türlü düşünemiyoruz, idrak edemiyoruz. Kendimizi her konuda eleştiri merci olarak görmekten, en doğruyu bizin doğrumuz sanma cahilliğinden, insanların kişisel alanını ihlal etme küstahlığından bir türlü sıyrılamıyoruz!


Bahsedeceğim diğer bir konu ise israf. Zekatın bir nevi diğer insanların hakkını iade etmek olduğundan bahsetmiştik. Aynı şekilde kaynakları gereğinden fazla tüketmek ve israf etmekte biraz ince düşündüğümüz zaman kul hakkına girer. Kullanmamız gerekenden fazla su tükettiğimiz zaman, bizi doyuracaktan fazla yediğimiz zaman, lazım olandan daha fazlasını giydğimiz zaman aslında hep başkasının suyundan, başkasının yemeğinden, başkasının hakkından çalıyoruz! Boşa akıttığımız her suda dünyanın mahrum yerlerindeki sudan çalıyoruz, fazla yediğimiz, çöpe döktüğümüz her yemekte, bitmeden alıp eskisini bayatlattığımız her ekmekte, eskimemişken gösteriş olsun diye yenisini aldığımız her kıyafette bir garibanın sırtından çekip alıyoruz...



Ve Gösteriş... Gösteriş deyip de düğünleri, bayramları, gelenekleri konuşmadan olmaz. Bütün bu seremonilerde, kutlamalarda ihtişam yine baş rolde. ''Diğer bayramda giydim bunu, diğer düğünde herkes üzerimde gördü ayıp olur, falancanın nişanında, kınasında da üzerimdeydi bu kıyafet...'' tanıdık geldi mi size de?!


-Aranızda Bridgerton adlı diziyi izleyenler vardır. İzlememiş de olsanız değinmek istediğim şey her düğün sezonunda yeni kıyafetler dikilir. Eskisinin giyilmesi, üzerinizde bir kez görülen kıyafetin tekrar görülmesi ayıptır, prestij düşüklüğüdür. Dedikodu ve aşağılanma sebebidir. Seyrederken tam da yukarıda bahsettiğim mevzu gelmişti aklıma.-


Tanıdık gelip gelmediğini sorduğum sözlerle ne kadar benzerlik gösteriyor değil mi? İşte her şeye bu kadar dikkat ederken (?!) bu gösteriş meselesini israftan görmemek hem dinen düşündüğümüzde israf hem de o hiç benzemek istemediğiniz millet ve dinlerin taa seneler öncesindeki sosyetesine, sınıf ayrılığına, örflerine, bakış açılarına ne kadar da benziyor...

Neyle başladık neyle bitirdik diyenler olacaktır aranızda. Bölük pörçük görünse de yazının ana fikri müslümanlar olarak, yapmadığımızda cezalandırılacağımızın vurgulandığı kişisel ibadetlere dikkat ve özen gösterirken, başkalarının hakkını gasp ettiğimiz, ucu diğer insanlara dokunacak, yalnız kişiyi değil bir topluluğu ilgilendiren şeylere dikkat etmediğimizi, tanıyalım ya da tanımayalım başkalarının hakkında arkasından, söylediklerimiz doğru bile olsa -ki doğru değilse zaten iftira atmış oluyoruz- konuşarak, yorum yaparak, eleştirerek gıybet etmek suretiyle yine kul hakkına girdiğimizi ve Allah'ın bile affedemeyeceğini söylediği bu olguyu asla düşünmediğimizi vurgulamaktı.

Umarım benim eksik bıraktığım yerleri siz tamamlar ve kendinizi hesaba çekebilirsiniz...