Ölüm ve Özgürlük Arasında Bir Yolculuk : Veronika'nın İntihar Girişimi
Veronika Ölmek İstiyor, bir genç kadının yaşamı sorgulayarak özgürlük arayışına girişini anlatıyor.
Veronika Ölmek İstiyor, ünlü Brezilyalı roman yazarı Paulo Coelho tarafından yazılmış bir psikolojik ve dram türündeki romandır. Paulo Coelho, simyacı gibi tanınmış eserlerin yazarı olarak da bilinir.
Yazar, Veronika'nın yaşadığı duygusal karmaşayı ve içsel çatışmaları o kadar etkileyici bir şekilde aktarıyor ki, kitabın sayfaları arasında dolaşırken kendimi Veronika ile birlikte akıl hastanesinin koridorlarında geziyor gibi hissettim. Muhtemelen sizler de kendinizi kitabın bir karakteri gibi hissedeceksiniz.
Kitabın ismini ilk gördüğümde sonunun daha karanlık olacağını düşünmüştüm. Ancak şimdi farklı açılardan incelediğimde, örneğin normatif ölçütlerle yaklaştığımda, romanın hayatımızın değerini anlamamız ve yaşama şans vermemiz konusunda beni düşündürdüğünü söyleyebilirim.
Veronika, birçok insanın yaşamak istediği türden bir hayata sahipken, tekdüzelikten sıkılıp intihar etmeye karar veriyor. "Birçok insanın yaşamak istediği türden" derken risksiz, güvenli bir yaşamdan ve meslekten bahsediyorum. Ölümü özgürlükle eşleştirmiş birinin kendini özgürleştirmek uğruna ölümü göze alması, çok cesurca bir hareket değil mi? Ancak o, bunun sonucunda deli sayılmış, akıl hastası olarak nitelendirilmişti, çünkü intihar etmek toplumumuzca onaylanan ve kabul gören bir durum değildi.
Romana sosyal ölçüye göre bakış attığımızda, Veronika'nın ailesi içinde bulunduğu topluma uyum sağlayabildiği için, yani herkesçe söylenmiş şeyleri özümsedikleri ve dışına çıkma eğilimi göstermedikleri için, onların "normal" olarak nitelendirildiğini, Veronika'nın ise tekdüze yaşamdan sıkılması ve kendini mutsuz hissetmesi üzerine sergilediği davranışlar bütünün onun "anormal" olarak sayılmasına sebep olduğunu gözlemliyoruz. Toplumun belirlediği normlara göre yaşamak bile aslında herkesin üzerinde farklı etkiler yaratabiliyor. Kitap bize bunu açıkça gösteriyor. Aile bunu güvenli sayarken, Veronika'yı yaşamaktan soğutuyor ve sıkıyor. Hatta topluma ve yaşama uyum sağlayamamasının bedelini akıl hastanesine yatırılarak ödüyor.
Burada çok önemli bir noktaya değinmiş yazarımız. Kitabın 26. sayfasında Paulo Coelho, "Herkesin ne olursa olsun hayatta kalmak için savaşım verdiği bir dünyada, ölmeye karar verenleri anlamak kolay mı?" diye soruyor. Bizi, intihar etmeyi başaramayan ana karakterimizle birlikte alıyor ve bir akıl hastanesinin koridorlarına bırakıyor. Hem Veronika'yı hem de bizleri, intihar girişiminin başarısızlığıyla yüzleştiriyor ve ardından diğer karakterleri dahil ederek, asıl deliliğin ne olduğunu bize anlatmaya çalışıyor. Alan neresi olursa olsun -ki kitapta bir akıl hastanesi burada bulunan insanları ezbere bildiğimiz kavramları kullanarak sınıflandırmak yerine onlara bambaşka bir pencereden bakmamız için bizleri yönlendiriyor- asıl sorunun onların kendi farklılıklarını topluma kabul ettirememesi sonucu ödedikleri bedel olduğunu gösteriyor. Kitabın sayfaları ilerledikçe bu yapı, bu oluşum aslında bir hastane değil bir sığınak oluyor. Deli diye nitelendirilen bu kadın kendini, benliğini, anlamlarını aramaya başlıyor ve bildiği tüm toplumsal normların dışına çıkarak kitabı şekillendiriyor.
Toplumsal normlara uymayan kişinin anormal sayılması konusu oldukça karmaşık bir konudur. Ancak, normların ve toplumsal beklentilerin her zaman herkesin gerçek kimliğine veya mutluluğuna uygun olmadığı da bilinen bir gerçektir.
Bir kişinin toplumsal normlara uymaması, onun dışlanması gerektiği anlamına gelmez. Her bireyin kendine özgü bir kişilik yapısı vardır. Toplumların bu farklılıklara kabul edici bir şekilde yaklaşması önemlidir.
Anormal veya normal etiketlemeleri, sıklıkla toplumsal normlara uymayan davranışları ya da farklı düşünceleri olan insanları dışlayıcı bir şekilde kullanılır. Ancak, bireylerin kendilerini ifade etme özgürlüğüne saygı duymak önemlidir.
Toplumların, farklılıklara hoşgörü göstererek insanların kendileri olmalarına izin vermesi gerekmektedir. Anormal etiketlemeleri kullanmak yerine, daha empatik bir bakış açısı benimsemek, toplumların daha destekleyici bir ortam oluşturmasına yardımcı olabilir.
Denetlenebilir ve kontrol altında tutulabilir bir yaşam her zaman mutluluk ve içsel huzur getirmez. Aynı şekilde rutin haline getirilmiş davranışlar silsilesi normallik-anormallik üzerinden incelenmemelidir. Kitapta Veronika'nın yaşantısı anlatılırken biz onu, bu rutin döngünün kurbanı gibi hissediyoruz.Bu yaşantıyı seçmek zorunda kalmasının temelinde de aslında daha küçük yaşında anne-babasını boşanmanın eşiğinden döndürmüş olmasının ve onları birbirlerine mecbur bırakmış olmanın verdiği mahcubiyet duygusuyla da oldukça ilişkili olduğunu gözlemliyoruz. Yani kısaca onu intihara sürükleyen fikrin aynı günlerin aynı şeyleri yaşayan objesi olma fikri olduğunu söyleyebiliriz . Yaşamı sürekli aynı olacaksa ve sonucunda o bir şey kazanmayacaksa yaşlılığın onda dönüşü olmayan izler bırakmasını istemiyordu. Ölümün nasıl bir şey olduğunu bilmiyordu, intihar ettiği andan sonra ne hissedeceğini de bilmiyordu. Bu yüzden ölüm onun kendisini kuş gibi hissedeceği bir gökyüzü imgeselliğindeydi. Dini yönelimleri çok kuvvetli olmamasına rağmen ölümle birlikte hayatının son bulacağına kendisini inandırmıştı. Arkadaşlarının ona getirdiği ikişer paket uyuşturucu onun özgürlüğe ulaşan kapısının anahtarlarıydı. İşler yolunda gitmezse kapı yanlış yere açılırdı ama o bunu tahmin etmiyordu. Ağzından, burnundan tüpler çıkarak Vilette'de uyandığında bunu anlamıştı. Bundan sonrası onun için tamam mı- devam mı sürecini kapsıyordu. Fiziksel acının fazlalığı ona tamam dedirtse de ölüm özgürlüğü elinden alındığında yani davranışlarının bedeli sonucunda 1 haftalık ömrü kaldığını öğrendiğinde devam dedirtti. İlerleyen günlerde Vilette'de olduğunu kabullendiği için sevdiği şeyleri yapmaya başladı örneğin canı her istediğinde tamamen kendini vererek piyano çalabiliyordu üstelik dinleyicisi bile vardı, Eduard. İkisi arasında ki enerji, duygusal hislerle birleşince kitap Veronika'nın iyileşmesiyle sonuçlandı.
Ayrıca, kitapta Veronika'nın doktoru olan ve ona rehberlik eden bir karakter olan Dr. Igor da önemli bir rol oynar. Dr. Igor, Veronika'ya kendini kabullenme, hayata tutunma ve kişisel özgürlük gibi konularda yardımcı olur. Ben yazımda kitabın heyecanını yitirmemek için ona ve onunla ilgili olaylara yer vermedim ancak Veronika kadar önemli bir karakter. O yüzden yazımı da onun şu sözüyle bitirmek istiyorum: ''Kırılgan yaşamlarımızın her anında başımıza gelebilecek beklenmedik olayları düşünecek olursak her gün yeni bir mucizedir.''