Pisuvardan Balinaya: Sanat Bunun Neresinde?
Değerli Okuyucu; bu yazıda "Dadaizm ve sanat tanımı" üzerine biraz düşüneceğiz. Keyifli okumalar..
Sanatı sınırlayan kalıplardan kurtarmak isteyen bir grup sanatçı, 1917'de “Bağımsız Sanatçılar” adıyla bir dernek kurdu. Kuruluşlarının hemen ardından, “Jüri yok, ödül yok” mottosuyla büyük bir sergi düzenleyeceklerini duyurdular. Bu sergide, her türden eser hiçbir kural gözetilmeksizin sergilenecekti. Eserlerin sıralaması bile alfabetik olacaktı; yani ne bir üstünlük ne de bir hiyerarşi söz konusuydu. Öyle ya amaç, sanatı geleneksel yargılardan özgürleştirmek ve sınırları tamamen ortadan kaldırmaktı.
Topluluğun kurucularından Fransız ressam Marcel Duchamp’ın aklına bu sergi için oldukça muzip bir fikir geldi ve bu fikir, sanat tarihini kökten değiştirecekti. Duchamp, sıradan bir pisuvar satın aldı, onu 90 derece çevirip “R. Mutt” imzasıyla sergiye gönderdi. Evet, bildiğimiz pisuvardan bahsediyoruz. Hatta buna bir de isim verdi: Fountain. Duchamp, bu basit pisuvar ile sanatın nesnelliğini sorgulamak, sanat eseri tanımını altüst etmek istiyordu. Bu hareket, sanatın ne olduğunu sorgulayan büyük bir devrim niteliği taşıyordu.
Şimdi, edebiyat derslerinden hatırladığımız o meşhur soruya dönelim: Sanat, sanat için midir, yoksa toplum için mi? Bu sorunun peşine düşmeyeceğiz elbette, çünkü bu soruyu sormak bile sanata bir amaç atfetmek anlamına gelir. Bunun yerine amaç peşinde koşmayı şöyle bir kenara bırakalım da, sanat ağız tadıyla sadece varolsun
Bu noktada biraz Dadaizm akımından bahsetmek yerinde olacaktır. Dadaizm, sanatı toplumsal ve estetik normlardan özgürleştiren, sanatın her zaman bir amacı ya da anlamı olmak zorunda olmadığını savunan bir akımdır. Der ki: Sanat bazen sanat içindir, bazen toplum için. Bazen anne babamız, bazen çocuklarımız, bazen gökyüzü, bazen de sadece kendimiz içindir sanat. Bir sanat eseri, onu yaratandan başlayarak ona temas eden herkeste yeniden doğar. Yeni anlamlar, yeni formlar ve yeni amaçlar kazanır. Bu yüzden bir sanat eserine estetik sınırları yalnızca sanatçının kendisi koyabilir.
Peki, bu durumda Duchamp’ın pisuvarı sanat mı oldu? Ya da şöyle soralım: Doğada rastgele gözümüze çarpan bir görüntüyü sanat olarak görmek için illa ki tuvale mi dökmek gerekir?
Bir görüntüde, bir sesin içinde, ya da herhangi bir olayda kişinin içsel doğasına dokunan unsurları vurgulaması, onları yeniden şekillendirmesi, bir bütünlük içinde anlatması ya da belirli bir örüntüyle sıralaması, sıradan olanı özel kılar. Ve bunu yapabilenlere “sanatçı” deriz. Eskilerin deyimiyle, "güzel bakan, güzel görür."
Örneğin, bilim insanı Roger Payne, kambur balinaların çıkardığı seslerde estetiği görerek balinaların şarkı söylediğini iddia etmiş ve hatta “Kambur Balinanın Şarkıları” adlı bir albüm yayınlamıştır. Payne belki haklıydı, ama gerçek şu ki Payne, doğadaki estetik unsurları keşfederek, balinaların çıkardığı seslerde bir sanat formu bulmuş ve bir eser icra etmişti. Ya da kim bilir, belki de doğadaki tek sanatçı insanoğlu değildi.
Özetle değerli okuyucu; görmek istediğin her yerde ve her biçimde dilediğin bir amaç için sanat vardır. Ve ortaya çıkan eser, senin içinde keşfettiğin o parçanın yansımasıdır.