Yaralı Bilinç
Geleneksel toplumlarda kültürel şizofreni: Yaralı Bilinç.
Darush Shayegan, Yaralı Bilinç isimli eserinde Batı’nın sömürgeci sistemi ve sanayi gücüyle karşılaşan Doğu medeniyetlerinin yaşadığı bilinç kırılmasını anlatmaktadır. Kültürel şizofreni ve antropolojinin yanı sıra Shayegan’ın Hint kültürü ve felsefesi üzerine de çalışmalar vardır. Türkçeye çevrilmiş kitaplarından olan Batı Karşısında Asya adlı eserinde Aydınlanma çağından önce İran, Japonya, Çin gibi ülkelerin arasındaki etkileşimi anlatır. Din Devrimi kitabında ise İslâm dininin indirgemeci bir anlayışla ideolojikleştirilmesinden bahsetmektedir. Yazarın Türkçeye tercüme edilen bir diğer kitabı ise Melez Bilinç’tir. Shayegan, Yaralı Bilinç adlı kitabında Batı’nın tarihsel ve kültürel olgularının dışında kalan ve modernite ile karşılaştığında kültürel şizofreni yaşayan Asya ve Doğu medeniyetlerinin bilinçlerini ve hafızlarını anlatmaktadır.
Kültürel şizofreni, Shayegan için önemli kavramlardan biridir. Batı’nın belirli süreçlerden geçerek oluşturduğu teknik güç ve yeni tin ile Doğulu toplumlar üzerinde kurduğu hegemonya bir çatlamaya neden olur. Gecikme yaşadığını ve arafta kaldığını hisseden Asya ve Doğu medeniyetlerinin zihninde şaşkınlık, hayranlık ve tepki gibi zıt duygular ortaya çıkmaktadır. Kitabın ilk bölümünde yazar, “Çatlama” başlığı altında geri kalmışlığın vurgusunu yapar. Shayegan, Doğu toplumlarında, Batı’nın hiçbir zaman kendi içerisinde kopmalar yaşayan ve yeni bir paradigma oluşturabilmek için birçok şeyi geride bırakan bir uygarlık olarak görülmediğini söyler.
Batı’nın ahlâki benliği ve kültürel değerleri yozlaştıran bir unsur olarak görüldüğünü bu yüzden savunma halinde olduğumuz belirtir. Shayegan, savunma halinde modernizme karşı bir çözüm arayışı içerisinde olan Müslümanların hareketlenmelerinin iki döneme ayırır: Yeniden doğuş (Nahda), devrimler çağı (Sevre). Nahda dönemi aydınları, Avrupa’daki siyasal ve hukuksal gelişmeleri takip ettiler ve bazı kavramları doğrudan İslam dünyasına intikal ettirmeye çalışarak bir yanılgının içine düştüler. Müslüman münevverler, Batı’daki hukuksal ve siyasal kavramları İslam dünyasına entegre etmek isterken ontolojik bir uyumsuzluk yaşanmaktadır. Şayegan, gelenek tahliye edilmeden, kavramlar marjinalleştirilmeden toplumların hafızasına yerleştirilmeyeceğinin belirtmektedir.
İslam dünyasında Batı’nın hakim paradigmasına karşı oluşturulan fikirler başka bir toplumsal ilişkilere zemin hazırlarken yeni bir gerçeklik algısıyla ortaya çıkan katmanlar Doğu toplumlarının zihninde bir çatlamaya yol açmaktadır. Fikirler, yabancı kalmaktadır çünkü toplumun ortak hafızasında bu fikirleri karşılayacak mefhumlar yoktur. Bu yüzden zihinde hep belirsiz bir görüngü olarak kalmaktadırlar. Şeylerin değişmesi bu noktada faydasızdı çünkü zihinlerdeki yansımalar hala eski tasavvur biçimini bulundurmaktadır. Bu çatlama ve yara sadece modernleşen Batı ile Doğu toplumlarının arasındaki kopukluktan arta kalan bir yaraydı. Shayegan, bu yarayı “başkasına devredemeyeceğimiz kaderimiz” olarak niteler.
Doğu medeniyetlerinde hafızanın ortak merkezine bağlı imgeler, cezbe halinde ortaya çıkan parçalı mistik zamanlar ve estetik değerleri yüksek üst bir dille yazılan metinler vardır. Shayegan, bu imgeleri, sesleri bir bütün olarak görür ve dünyaya bu bakışla bakmaktadır. Çünkü estetik değerlere bağlı kalınarak üretilmiş her metin gelecekte kendine bir yer edinir. Estetize edilen görüngü dünyası çelişkilerden ve çatlamalardan uzaktır. Shayegan, kendi kültüründe verilen mücadelede konunun ve mitsel yapının değişmediğini vurgulamaktadır. Örnek olarak da 10.yüzyılda yazılan Şehname’nin “ulusal kimlik” temasının bugünde güncel bir konu olduğunu söyler. Yazar, kendi kültürünün büyük akımlarıyla iletişime geçtiğinde hiçbir kopma ve yön değiştirme yaşanmadığından bahseder; bunu İran kültürünü merkez alarak söylediği düşünülürse doğruluğu belli bir noktada kabul edilmektedir.
Doğu medeniyetlerinin edebiyat ve sanatlarının bugün karşılık buluyor olması özleri ve mahiyetleriyle ilgili bir durumdur. Çoğu eserin içerdiği form bugün kullanılmamakta içerik evrenselliğini korusa bile biçim değişmeye ve dönüşmeye mahkumdur. Medeniyetlerin sanat anlayışları biçim etrafında oluşur, evrensel olan içerik, sürekli olarak değişen formla bir aradadır. Shayegan, eğitim sisteminde modern bireyin entelektüel yanını besleyen matematik, tarih ve edebiyat gibi derslerin kültürün geleneksel kaideleriyle hiçbir organik bağı olmadığını vurgular. Geleneksel toplumlara yabancı olan parçalı fikirler, tarihsel olgular bağlamın dışında kalmaktadır. Bu fikirler bir boşluğu dolduramaz salt karşılaştırmalı, genelleştirmeli dünya görüşünü sağlamaktadır.
Kitabın “Ontolojik Uyumsuzluk” bölümünde iki çelişkili paradigmanın karşılaşma yeri olan geleneksel toplumlardaki çarpıklığı inceler. İki paradigmanın arasında bir boşluk vardır. Özellikle Doğu’nun ontolojik görüşlerinin sağlam bir zeminde olmadığını söyleyen yazar Batılı ontolojinin Dekartçı cogito ile sağlam bir zeminde olduğunu belirtmektedir. Hintli, Çinli veya İranlı insanların bilinci mitoslara takılı kalmıştır. Bu yüzden Asyalı toplumlar modernleşmeye karşılaştığında uyumsuzluklar ortaya çıkmaktadır. Toplumu, insanın kendine yabancılaştıran bir unsur olarak gören Shayegan, kurtuluşun sadece ontolojik dönüşüm düzleminde olmayacağını, bireysel iradenin erdemli toplum iradesine bağlı kalarak düzeleceğini ifade etmektedir. Modernlik yeryüzüne yayılırken kültürel emperyalizmle geleneksel toplumların eski yapılarını yıkmaktadır.
Çin, İran, Hindistan ve Japonya arasındaki verimli etkileşimin, çeviri çağının sonu gelir ve bu medeniyetler gözlerini Batı’ya çevirmişlerdir. Ontolojik uyumsuzluğu ortaya çıkmasının bir diğer sebebi de şeylerin kendi doğasına göre okunmamasıdır. Shayegan, kitabın “Çarpıklıkların Alanı” bölümde bu çarpıklığı ve uyumsuzluğu algılatmak için Kuhn, Foucault ve Jung gibi düşünürlerini teorilerini açıklarmaktadır. Foucault’un epistemolojik açıdan incelediği “şey”leri Jung psikolojik açıdan inceler. Jung, dünyanın büyübozumuyla arkaik yapıların bilinçdışına itildiğini ve ödünlenmenin ortaya çıktığını söylemektedir. Shayegan, Batı modernizmine karşı oluşturulan her söylem bir ödünlenme olduğunu belirtmektedir. Foucault’un yöntemi ise sosyal bilimlerin doğuşuyla arka plana itilmiş kavramların ortaya çıkarılmasıdır.
Foucault, Batı tarihinde klasik öncesi episteme, klasik episteme ve modern episteme olmak üzere üç büyük “süreksizlik” tespit etmektedir. Klasik epistemenin çöküşüyle analojilerin yerini temsil etme almaktadır. Modern episteme ile temsil edilen şeyler bulanıktır ve benzeşim yoktur. Bundan sonra hayat, emek ve dil sabit konumlarla, kodlarla değerlendirilemez; özel alanlar haline gelmeleriyle muğlaklaşma ortaya çıkmaktadır. Her biri büyük alanlara ve hiyerarşilere saldırmaktadır. Kitabın son bölümünde yazar eleştirilerini İran’daki entelektüellere, popüler politik söylemle beraber dinsel söylemin radikalleşmesine yöneltmektedir.
İran’ın Şah dönemine ve mollalar dönemine yakından tanıklık eden Shayegan bu iki rejimin birbirinden ayrılan yönleri olduğu gibi birbirlerine benzeyen birçok yönü olduğunu dile getirmektedir. Özellikle geleneksel aydınların süslü ve içi boş cümlelerine maruz kalırken; diğer taraftan anlaşılması güç olan kavramların arkasına sığınan din adamlarını eleştirmektedir. İran’ın birçok sorunundan bahsetmesinin yanı sıra kadın imgesinin iki aşırı uç arasında gidip gelmesinden de bahsetmektedir. Bu iki aşırı uçtan biri kadının “Şehitlerin annesi” olarak görülmesi; diğer uçta ise kadının militan, rejimi tehdit eden niteliklerle tanımlanmasıdır. Shayegan, göre İran’da kadın hem aydınlık hem de karanlık yönleri beraberinde bulundurmaktadır.
Genel olarak kitap, Doğu medeniyetlerinin modernleşme süreciyle yaralanan, çarpıklaşan bilincine ışık tutmaya çalışmaktadır. Shayegan, değindiği meseleleri kavramsallaştırarak okura sunmaktadır. Yazar, Batı’nın görmezden gelerek, dinle bir söylem oluşturmaya çalışmanın toplumsal gerçeklikte hiçbir karşılığı olmadığını belirtmektedir. Ötekileştirme, çarpıklığı beraberinde getirmektedir. Bütün krizlerin çözüm noktası yazara göre melez bilinçtir. Melez bilince ulaşıldığında, yenilenme gerçekleştiğinde doğacak olan sanat, yazara göre rahmâni olacaktır.