1. Dalga Feminizm

Kadınlığın haklı mücadelesi

Bugün bir oy pusulasına ismini yazabilen her kadın, tarihte bir kadının sesiyle başlamış bir isyanın gururunu taşır. Feminizmin tarihini konuşurken yalnızca fikirleri değil, mücadeleleri, bedelleri, suskunlukları ve çığlıkları da anmak gerekir. 1. dalga feminizm, kadınların kamusal alanda ilk kez kitlesel bir şekilde “ben de varım” dediği dönemdir. Ve bu “varoluş”, sadece oy pusulasına değil, toplumsal hafızaya da kazınan bir dirençtir.

Tarihsel arka plan

Aydınlanma Çağı’yla birlikte bireyin aklı kutsanırken, kadınlar bu aklın dışında bırakıldı. Rousseau gibi düşünürler kadınları ev içi rollerle sınırlandırırken, erkek yurttaşlık kavramı devletin temel taşı haline geldi. Feminizmin tuğlaları keşfedilen Aydınlanma Döneminde bahsettiğimiz gibi Mary Wollstonecraft gibi cesur kadınlar, “kadın da insandır” diyerek hem erkekleri hem de sistemi sorguladı. 1. dalga feminizm ise bu tuğlaları örmeye başladılar.

19.yüzyıla gelindiğinde Sanayi Devrimi'yle birlikte kadınlar daha çok görünür hale geldi. Kadınlar, artan işçi ihtiyacıyla birlikte giremez denilen kamusal alana açılıp fabrikalarda çalıştılar ama yine de oy kullanamadı, mülk sahibi olamadı, hukuki bir kişilik taşıyamadılar. Yani emeğin olduğu yerde hak yoktu.

Oy hakkı

ABD’de 1848’de düzenlenen Seneca Falls Kadın Hakları Konvansiyonu, feminizm tarihinde bir dönüm noktasıydı. Elizabeth Cady Stanton ve Lucretia Mott gibi isimler, burada ilk kez “kadınların haklar bildirgesi”ni ilan etti. Ardından Susan B. Anthony, yıllar süren örgütlenme faaliyetleriyle kadınların seçme ve seçilme hakkı için mücadele etti.

İngiltere’de ise Emmeline Pankhurst liderliğindeki süfrajetler, oy hakkı için militan eylemlere başvurdu. Açlık grevleri, tutuklamalar, sokak protestoları… Çünkü kadınlara öylece hak verilmeyecekti, alınmalıydı.

Aktivizm sahneye girdi...

Ancak 1. dalga feminizm sadece oy istemiyordu. Kadınlar, “ben de yurttaşım” diyordu. Birey olmak, karar süreçlerinde yer almak, sadece evin değil dünyanın da bir parçası olmak istiyorlardı.

Beyaz feminizm

Bu dönemin öne çıkan figürleri arasında Stanton, Anthony, Pankhurst gibi beyaz, orta sınıf kadınlar vardı. Onların önderliğinde mücadele büyüdü ama aynı zamanda sınırlı kaldı. Çünkü siyah kadınlar, işçi kadınlar, kolonyal halkların kadınları bu söylemin dışında bırakıldı.

Bu yönüyle 1. dalga feminizm, bir başlangıçtı ama kapsayıcılığı sınırlıydı. Yine de o ilk kırılma olmadan bugün geldiğimiz yer mümkün olmazdı.

Kazanımlar

Kadınlar, yurttaşlıktan bile bahsedemedikleri karanlık dönemi aşarak ABD’de 1920 yılında oy hakkını aldılar. İngiltere’de 1918’de 30 yaş üzerindeki kadınlara, 1928’de tüm kadınlara oy hakkı verildi. Bu, sadece bir hukuki düzenleme değil, kadınların tarihsel suskunluklarının sonuydu. Devletin resmi kaydında ilk kez bir kadının “oy”u, yani sözü vardı.

1.dalga feminizm, kadınların hem bedenleriyle hem fikirleriyle kamusal alanda var olabileceğini gösterdi.

Bugünden bakınca

Ben bu tarihi okurken hep şunu düşündüm: O kadınlar ellerinde pankartlarla yürürken nasıl hissetti? Korktular mı, yalnız mı kaldılar, toplum onları nasıl gördü? Hiçbirini umursamadılar, varlıkları sayılmazken kaybedecek bir şeyleri yoktu içlerindeki ateşten başka, ancak kazanacak ve yaşayacak çok şey vardı. Cesaretlerini gösterdiler.

Onların yürüdüğü yolda durmak olmaz. 1. dalga bize çok şey kazandırdı ama daha alınacak çok yol var. Çünkü sadece oy yetmez, eşitlik, adalet ve toplumsal aydınlanma gerekir. Bizimse maalesef hâlâ çok yolumuz var.