Afrika'nın Hasta Adamı: Fransa

Sömürgecilikten Modern Bağımlılığa

Afrika'nın tarihini düşündüğümüzde, genellikle bir mücadele, direniş ve yeniden doğuş hikayesi akla gelir. Ancak bu hikayenin bir de gölge tarafı vardır: Fransa’nın kıta üzerindeki derin ve karmaşık etkisi.

Fransa, Afrika’nın “hasta adamı”dır çünkü kıtanın ekonomik, kültürel ve politik yapısını sömürerek bu devasa coğrafyada bir dizi sorun yaratmıştır. Üstelik bu sorunlar, sömürgecilik sonrası dönemde bile, farklı kılıklar altında devam etmiştir.

Fransa’nın Afrika'ya gelişi, belki de tarihin en büyük "medeniyet" yalanlarından biriydi. 19. yüzyılda başlayan ve kıtanın büyük bir kısmını kapsayan bu yayılmacılık politikası, aslında Fransa’nın kendi çıkarları uğruna Afrikalıları hiçe saydığı bir süreçti. Fransa'nın ilk adımları, Kuzey Afrika'da Cezayir ve Tunus gibi bölgelerle başlamış, ardından Sahra'nın güneyine doğru genişleyerek Mali, Senegal, Fildişi Sahili ve daha birçok yeri kontrol altına almıştır. O dönemki Fransız yetkililer, Afrika’ya “medeniyet” getirdiklerini iddia ederken, aslında kendi zenginliklerini artırmak için Afrika’nın doğal ve insani kaynaklarını acımasızca sömürmekteydiler.


Düşünsenize, Afrika'nın altınları, elmasları, petrolü ve daha birçok zenginliği, sanki kendi topraklarına aitmiş gibi Fransa'ya taşındı. Ama bu zenginlikler, Afrika halkları için ne anlama geldi? Bugün hala birçok Afrikalı, bu sömürü döneminin mirası olan yoksulluk, siyasi istikrarsızlık ve ekonomik bağımlılıkla boğuşuyor. Örneğin, yerel halklar, Fransız şirketlerinin kâr elde etmesi için zorla çalıştırıldı. Bu insanlar, kendi topraklarında, kendi kaynakları için köle gibi çalıştırılırken, Fransa’nın kentlerinde zenginlik ve refah artıyordu.

Fransa, Afrika’yı sadece kaynaklarının bir deposu olarak görmekle kalmadı, aynı zamanda kültürel bir laboratuvar gibi ele aldı. Fransız dili ve kültürü zorla dayatıldı; yerel diller, gelenekler ve kültürel miraslar büyük ölçüde bastırıldı. Eğitim sistemi bile bu sürecin bir aracı haline getirildi; Afrika’nın çocukları, Fransızca öğrenmeye ve Fransız değerlerini benimsemeye zorlandı. Bu, sadece bir dille ilgili değil; aynı zamanda bir kimlik kaybıyla ilgiliydi. Düşünün ki binlerce yıllık gelenekler, hikayeler ve kültürler, Fransızca isimler ve Fransız normlarıyla yer değiştirdi. Bir anlamda, Fransa Afrika’nın kültürel ruhunu da çaldı.

Sömürgecilik sonrası dönemde bile, Fransa’nın etkisi kolay kolay sona ermedi. 20. yüzyılın ortalarında bağımsızlıklarını kazanan birçok Afrika ülkesi, Fransa’nın ekonomik ve politik baskılarından tamamen kurtulamadı. Fransa, "özel ilişkiler" ve ekonomik anlaşmalar yoluyla, bu yeni bağımsız devletleri kontrol etmeye devam etti. CFA frangı gibi para birimi sistemleri aracılığıyla, birçok ülkenin ekonomik kararlarını manipüle etti. Kısacası, Fransa'nın Afrika üzerindeki "gölgesi" hala karanlık ve baskıcıydı.


Bugün bile bu durumun etkileri, Afrika’nın dört bir yanında hissediliyor. Ekonomik bağımlılık, siyasi istikrarsızlık ve kültürel yabancılaşma gibi sorunlar, büyük ölçüde Fransa’nın geçmişteki sömürge politikalarının birer sonucudur. Ancak Afrika halkları artık bu gölgeden çıkmak istiyor. Kendi kaderlerini ellerine almak, kendi kaynaklarını kontrol etmek ve kendi kültürlerini yeniden inşa etmek için büyük bir çaba sarf ediyorlar.

Son yıllarda, Afrika’da Fransa’ya karşı yükselen isyanlar ve tepkiler, bu eski sömürgeci güçten bağımsız olma arzusunu daha da belirgin hale getirdi. 2020’lerden itibaren Mali, Burkina Faso ve Nijer gibi ülkelerdeki protestolar, Fransa’nın kıtadaki askeri ve ekonomik varlığına karşı doğrudan bir meydan okuma oldu. Bu ülkeler, Fransız askeri üslerinin kapanmasını ve CFA frangı gibi sömürgeci mirasların sona erdirilmesini talep eden gösterilere sahne oldu. Afrika halkları, artık Fransa’nın kıtada kendini hak sahibi olarak görmesine ve eski sömürgeci yöntemlerini sürdürmesine karşı seslerini daha yüksek bir şekilde duyuruyor.

Bu noktada, Fransa’nın kıtadaki etkisi zayıflarken, başka oyuncular sahneye çıkıyor: Türkiye, Çin ve Rusya. Afrika’nın zengin kaynakları ve büyüyen pazarları, bu yeni aktörlerin dikkatini çekti. Çin, özellikle son yirmi yılda büyük çaplı altyapı yatırımları ve ticaret anlaşmalarıyla Afrika’ya güçlü bir giriş yaptı. Çin’in "Kuşak ve Yol Girişimi" kapsamında kıtada inşa ettiği limanlar, yollar ve köprüler, Afrika’nın ekonomik gelişimine katkı sağlarken, Çin’in de kıtadaki nüfuzunu artırdı. Ancak bu, birçok Batılı ülkenin eleştirilerine hedef oldu ve Çin’in Afrika’yı yeni bir tür ekonomik sömürge haline getirdiği iddiaları ortaya atıldı. Buna rağmen, Afrika’nın birçok ülkesi, Çin’in sağladığı altyapı ve ekonomik iş birliği fırsatlarını memnuniyetle karşılıyor; çünkü bu, onları Fransa gibi eski sömürgeci güçlerden bağımsız hale getiriyor.


Türkiye de bu yeni sahnede önemli bir rol oynuyor. Özellikle son yıllarda, Türkiye, Afrika ile olan ekonomik, diplomatik ve kültürel bağlarını hızla güçlendirdi. Türkiye'nin Afrika’daki büyümesi, ticaret hacminin artması, doğrudan uçuşlar, büyükelçiliklerin açılması ve kültürel işbirliği projeleriyle kendini gösteriyor. Türk iş insanları, mühendisler ve diplomatlar, Afrika'nın dört bir yanında aktif olarak çalışıyor, yeni projeler ve ortaklıklar geliştiriyor. Türkiye, Afrika'nın kalkınma çabalarına daha eşitlikçi ve kazan-kazan ilkesine dayanan bir yaklaşım sunarak, kendini Fransa'nın eski sömürgeci tavrından uzak tutmaya çalışıyor. Bu, birçok Afrikalı liderin ve halkın Türkiye'yi bir alternatif ve güvenilir bir ortak olarak görmesine neden oluyor.

Rusya ise, askeri ve diplomatik yollarla Afrika’da yeniden sahneye çıkmaya başladı. Sovyetler Birliği dönemindeki bağlarını hatırlatarak, birçok Afrika ülkesine askeri eğitim, silah desteği ve stratejik işbirlikleri sunuyor. Özellikle Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerde, Rus askeri danışmanlarının ve paralı askerlerin varlığı dikkat çekiyor. Rusya’nın bu ülkelerdeki varlığı, Fransa’ya karşı gelişen isyan ve direniş hareketlerinin de bir parçası haline gelmiş durumda. Afrikalılar, Rusya’nın askeri desteğini Fransa’ya karşı bir denge unsuru olarak görüyorlar.


Sonuç olarak, Afrika'nın bugün geldiği nokta, artık tek bir güçle sınırlı değil. Afrika, kendine yeni müttefikler ve ekonomik ortaklar ararken, Fransa’nın eski sömürgeci rolü giderek daha fazla sorgulanıyor ve itiraz ediliyor. Afrika halkları, kendi kaynaklarını ve geleceklerini kontrol altına almak istiyor. Fransa, eğer Afrika'da varlığını sürdürmek istiyorsa, kendini yeniden tanımlamak ve gerçek bir partner olarak hareket etmek zorunda. Aksi halde, yeni gelen oyuncuların oluşturduğu rekabet ortamında Afrika’da “hasta adam” olarak anılmaya devam edecek ve etkisi giderek zayıflayacaktır.

Bugün, Afrika’nın mücadelesi, sadece geçmişin yaralarını iyileştirmek değil, aynı zamanda geleceğe yönelik yeni bir vizyon inşa etmektir. Fransa'nın bu yeni Afrika’da nasıl bir yer alacağı ise, tamamen onun kendi tercihlerine bağlı olacak. Çünkü artık, Afrika'nın kendi hikayesini yazma zamanı geldi ve bu hikayede eski sömürgeciler için bir yer olup olmayacağı, onların bugünkü eylemlerine bağlı.