Alışkanlıklarımız Bizi Yönetiyor Mu?
"İşimde çok mutsuzum ama olsun, kaç yıldır burada çalışıyorum, alıştım artık. Hem daha iyi bir yer mi bulacağım sanki?"
"Karım beni aldatıyor ama kaç yıldır evliyiz, çocuklarımın annesi. Hem o olmadan çocuklarla nasıl ilgilenebilirim ki?"
"Ev hiç güneş almıyor, sürekli soğuk. Ama olsun, yeni bir eve geçince ne olacak sanki? Kış bitecek, hep yaz mı gelecek?"
İnsanın doğasında, karşılaştığı durumlara uyum sağlama eğilimi vardır. Şartlar ne olursa olsun, içimizde bir ses olayların o kadar da kötü olmadığını, bu durumlarla başa çıkılabileceğini söyler. Bu durum, uç noktalarda değil, tolere edilebilir olumsuz koşullar için geçerlidir. Çünkü günün sonunda elimizdeki koşulları da kaybetme ihtimali vardır; gelecek ise tamamen belirsizliklerle doludur.
Eğer bir durum 40 günden fazla süredir devam ediyorsa ve artık o durum yeterince acı vermemeye başlamışsa, işte o zaman alışkanlık devreye girmiş demektir. Kişi, kendini bu duruma o kadar özdeşleştirmiştir ki, diğer olasılıklar onun alışkanlıklarının dışında kalmıştır. Büyük bir boşlukta süzülen kişi, tutunduğu dikenli teller haricinde bir çıkış yolu olmadığını düşünür.
Bu nedenle, günümüzde birçok insan olumsuzlukları iyileştirmek ya da “değiştirmek” yerine durumu kabullenmeyi tercih etmektedir. Etrafındaki kişiler ne önerirse önersin, ne söylerse söylesin, kişi kendini avutup yeniliği reddetme eğilimi gösterir. Hatta, bazen kişinin kendi de yaşadığı şartların olumsuzluğunu bilse bile, çevresindekilerin tepkilerinden çekinmenin verdiği suçluluk duygusuyla ezilmeyi seçer.
Belirli rutinler güven vericidir; döngünün başı ve sonu bilinir. Zaman zaman ufak değişiklikler olsa da ana yapı hep geçerlidir, döngü bir şekilde devam eder.
Peki, neden insan, bariz olumsuz koşullarda bile sırf alışkanlıklar uğruna sabırlı olabilir? Buna verilecek ilk cevaplar; yeterince okumamak, araştırmamak, cesaretli olmamak, koşulların ne getireceğinden korkmak, ağır bir travmanın etkisinde olmak ya da duyduğu diğer örneklerden etkilenmek olabilir. Ancak bunların hiçbiri, kişinin alışkanlığı kırma isteğinin önüne geçebilecek geçerli sebepler değildir.
Bir örnekle açıklayalım: İyi bir şirkette, iyi bir maaşla çalışan bir kadını düşünelim, adı Buse. Buse, oldukça güzel, başarılı, herkesle iyi anlaşan ve iş yerindeki değişikliklere kolayca adapte olabilen bir yapıya sahip. Ancak konu kendi hayatına geldiğinde, alışkanlıklarını bırakmaktan korkan ve yeniliğin ona zarar vereceğini düşünen bir yanına da sahiptir. Çocukluktan beri yanında olan, ailesinin de tanıdığı bir arkadaşı vardır; adı Alev.
Alev, yaklaşık bir yıldır sürekli sigara ve alkol tüketiyor ve Buse’yi de bunları kullanmaya zorluyor. Buse ise arkadaşını kıramıyor ve her seferinde istemeyerek de olsa ona eşlik ediyor. Bu süreç haftalarca, hatta aylarca devam ediyor ve sonunda Buse de sigara bağımlısı oluyor, alkol tüketmediği zamanlarda mutsuz hissetmeye başlıyor.
Etrafındaki herkes, bu durumun tehlikeli ve sağlıksız olduğunu söylüyor. Ancak Buse, bu alışkanlıkları bırakmakta çok zorlanıyor. Çünkü içten içe, bu alışkanlıkları bırakırsa en temel alışkanlığı olan Alev’i kaybedeceğinden korkuyor. Aklı zaman zaman ona bu durumun kendisine zarar verdiğini söylese de yalnız kalma korkusu, cesaretini toplayıp bir adım atmasını engelliyor. Alev, onun çocukluk ve gençlik yıllarını bilen tek arkadaşı olduğu için, yerini dolduramayacağını düşünüyor ve kendini bu inanca kaptırıyor.
Bir süre sonra Buse, bu alışkanlıkların zararlı etkilerini vücudunda hissetmeye başlıyor. Sürekli öksürüyor ve kendini hep yorgun hissediyor. Doktora gittiğinde, sağlığının ciddi anlamda kötüye gittiğini öğreniyor. Eğer bu alışkanlıkları bırakmazsa, ailesinden genetik olarak geçen daha ciddi hastalıklara yakalanma riski olduğunu öğreniyor. Ama alışkanlıkları onu o kadar sıkı sarmış ki, bir çıkış yolu bulamıyor.
Bu hikaye iki şekilde devam edebilir: Bir, Buse gerekirse psikolojik destek alarak bu alışkanlıkları sonlandırır. İki, Buse göz göre göre sağlığını kaybedebilir. Gönül ister ki her şey düzelsin ve Buse tüm olumsuzlukları geride bıraksın. Ancak gerçek hayatta bu tür mutlu sonlar kolay gözlemlenmiyor.
Bu hikayeden çıkarabileceğimiz ders şudur: Alışkanlıklarımızın bizi yönetmesine izin vermemeliyiz. Ne koşul olursa olsun, bu hayatta her şey değişme potansiyeline sahiptir. Kim ne derse desin, insanlar bizi nasıl bilirse bilsin, önemli olan bizim mutlu olmamızdır. Göz göre göre belirli davranışları sürdürmek, kısa vadede günü kurtarır, ancak uzun vadede onları bırakmak hayatımızı kurtarır.