Andrea Dworkin Üzerine

Her zamankinden daha çok ihtiyacımız olan radikal feminist.

''Maalesef ki kadınlar olarak erkeklere görünmez olduğumuz gibi kendimize de görünmeziz. Onların gözleriyle görmeyi öğreniyoruz, ve onlar neredeyse körler. Feministler olarak ilk işimiz kendi gözlerimizle görmeyi öğrenmektir.''

Andrea Dworkin, 1970 ve 80'lerde Amerika'da yazdıklarıyla toplumu rahatsız etmeyi başarmış radikal bir feminist ve aktivistti. Dworkin pornografiye karşı en çok savaşan radikal feministlerden birisiydi, sektörün kadına şiddeti normalleştirdiğini ve teşvik ettiğini söylüyor, erkeklerin kadınlar üzerindeki hakimiyetinin bir savaş olduğunu savunuyordu. Her ne kadar kendisine toplum tarafından çeşitli olumsuz etiketler yapıştırılsa da Andrea Dworkin sonuna kadar kadınlar için savaşmış, sözlerinin öldükten sonra bir gün anlaşılacağını söylemişti. Yayınevleri tarafından kitapları basıma reddedilse de çeşitli kitaplar yayınlamış (Our Blood ve Intercourse kişisel favorilerim) ve konferanslarda konuşmacı olarak farkındalık yaymaya çalışmıştır. “Tecavüzün Olmadığı 24 Saatlik Bir Ateşkes İstiyorum” cinsiyetçiliğe karşı erkeklerin bir toplantısında yaptığı, erkeklerin bir şeyler yapması için kadınların bekleyecek vakti olmadığını söylediği çok ünlü bir konuşmadır. Konuşmasına ''Her ne kadar istesem de buraya bir arkadaş olarak gelemem.'' diye başlar;

''Yapmak istediğim şey çığlık atmak: ve o çığlıkta tecavüze uğramış kadınların çığlıkları, şiddet görmüş kadınların inlemeleri olsun; ve daha da kötüsü, o çığlığın ortasında kadınların sessizliğinin gürültüsü, kadın olduğumuz için içine doğduğumuz ve çoğumuzun içinde öldüğü o sessizlik olsun. Ve eğer o çığlıkta bir rica, bir soru veya insanî bir hitap olacaksa, bu olur: Neden bu kadar yavaşsınız? Neden en basit şeyleri anlamakta bu kadar yavaşsınız; karmaşık ideolojik şeyleri değil, basit şeyleri. Basit şeyleri anlıyorsunuz. Klişeleri. Kadınların da tam olarak sizin kadar ve sizin kalitenizde insan olduklarını.
Ve ayrıca: Zamanımız yok. Biz kadınların. Sonsuza kadar vaktimiz yok. Bazılarımızın, sizin sokaklara dökülüp bir şeyler yapmanız için size zaman ayıracak bir haftası veya bir günü yok. Ölüme çok yakınız. Tüm kadınlar olarak. Ve tecavüze çok yakınız, dayak yemeye çok yakınız. Ve bizim için kaçış olmayan bir küçümseme sisteminin içindeyiz. İstatistikleri, yaraları niceliksel olarak ölçmeye çalışmak için değil, bu yaraların var olduğunu dünyaya inandırmak için kullanıyoruz. O istatistikler soyut değildir. "Ah, istatistikler, biri bir şekilde, biri başka bir şekilde yazıyor" demek kolaydır. Bu doğru. Ama ben tecavüzleri birer birer duyuyorum. Her üç dakikada bir kadın tecavüze uğruyor. Her on sekiz saniyede bir kadın dayak yiyor. Bunun soyut hiçbir yanı yok. Şu an, ben konuşurken yaşanıyor.
Ve bunun basit bir nedeni var. Neden karmaşık ve zor değil. Erkeklerin bunu yapma nedeni kadınlar üzerinde sahip oldukları güç. O güç gerçek, somut, bir bedenden diğerine aktarılan bir güç, onu kullanma hakkına sahip olduğunu düşünen bir kişi tarafından kullanılan bir güç, kamuya açık ve özelde kullanılan bir güç. Bu, kadınların ezilmesinin özeti ve özüdür. Bu, 5000 mil ötede veya 3000 mil ötede yapılmıyor. Burada yapılıyor, şimdi yapılıyor ve bu odadaki insanlar tarafından yapıldığı gibi, diğer akranlarımız tarafından da yapılıyor: arkadaşlarımız, komşularımız, tanıdıklarımız. Kadınların gücü öğrenmek için okula gitmelerine gerek yok. Sadece kadın olmamız yeterli, sokakta yürürken ya da evliliğe bedeni verildikten sonra ev işlerini yapmaya çalışırken, ve sonra o bedene dair hiçbir hakkımız yokken.
Erkeklerin hayatta her gün kullandığı güç, kurumsallaşmış bir güçtür. Hukuk tarafından korunur. Din ve dini pratikler tarafından korunur. Üniversiteler, ki bunlar eril tahakkümün kaleleridir, tarafından korunur. Polis kuvvetleri tarafından korunur. Shelley’nin ‘dünyanın kabul edilmemiş kanun koyucuları’ olarak nitelendirdiği şairler ve sanatçılar tarafından korunur. Bu güce karşı, bizim sessizliğimiz var.

Dworkin'in en tartışmalı fikirlerinden biri, cinsel ilişkinin politik bir eylem olduğunu savunmasıdır. Cinsel ilişkiye atfedilen toplumsal anlamda, kadınlar nesneleşir. Ona göre, cinsel ilişki yalnızca bireysel bir mesela değil, aksine yasalar ve toplumsal normlarla düzenlenmiş bir güç oyunudur. Bunlar, erkeklerin egemenliklerini korumasına yardım eder. Dworkin, “Kadınlar kendilerine zulmedenler ile bir yatak paylaşan tek gruptur.” der. [Bu tepki gören tezi, aslında günümüzde bile kanıtlanmaya devam ediyor. Geçtiğimiz senelerde hastalığından dolayı eşiyle ilişkiye girmeye rıza gösteremeyecek olan kadın için hakimden eşiyle ilişkiye girmesini engelleyecek bir karar istenmiş fakat hakim, ''Bir adamın karısıyla seks yapması insani hakkıdır.'' demişti.] Dworkin'in 'evlilik' konseptini de eleştirir, ona göre evlilik, kadınların erkeklerini destekleyip bakım sağlama rolüne hapsolduğu, genellikle kadınların ezildiği bir kurumdur. Dworkin, evliliğin patriyarkal bir yapı olduğunu ve kadınların tam özerklik ve eşitlik kazanmalarını engellediğini savunmuştur. Bu bağlamda, kadınların özgürleşmesi için evliliğin getirdiği toplumsal beklentilerin sorgulanması gerektiğini öne sürmüştür.

''Her evli erkek, ne kadar fakir olursa olsun, bir köleye sahipti - karısı. Her evli erkek, diğer erkeklerle karşılaştırıldığında ne kadar güçsüz olursa olsun, bir köle olan karısı üzerinde mutlak güce sahipti. Her evli erkek, erkekler dünyasındaki statüsü ne olursa olsun, bir kadın - karısı - üzerinde zorba ve efendiydi. Ve her erkek, evli olsun ya da olmasın, kadınlar üzerinde hakimiyet hakkına sahip olduğuna dair bir cinsiyet sınıfı bilinci taşıyordu. Kadınların bedenleri üzerinde zalim ve mutlak bir otoriteye, kadınların kalpleri, zihinleri ve kaderleri üzerinde acımasız ve kötü niyetli bir zulme sahip olma hakkını savunuyorlardı. Bu cinsel hakimiyet hakkı, Tanrı'nın iradesine dayalı bir doğuştan haktı onlar için, bilinen biyoloji kanunları tarafından belirlenmişti ve hukuk veya akıl tarafından değiştirilemez veya sınırlanamazdı. Bu bilgi, kimliklerinin merkezi, gururlarının kaynağı ve güçlerinin tohumuydu.''

Dworkin'in 1983'te yayınlanan kitabı ''The Right-Wing Women'' (Sağcı Kadınlar) neden bu kadar çok kadının kendi haklarını ellerinden almayı çalışan bir siyasetin peşinden gittiğini açıklar. Bu kadınların, toplumsal eşitsizliği pekiştiren geleneksel cinsiyet rollerini desteklediklerini ve feminist ilerlemeyi engellediklerini savunmuş, Dworkin'e göre, bu kadınlar genellikle bireysel rahatlıklarını toplumsal özgürleşmeden önce tutarak, gerçek eşitlik mücadelesine zarar verdiklerini söylemişti.

''Bence birçok kadının feminizme direnmesinin sebebi, kültüre, topluma ve tüm kişisel ilişkilere yayılmış vahşi kadın düşmanlığının tamamen bilincinde olmanın getireceği ızdırap.'' der Dworkin ve kadınların toplumun her alanına yerleşmiş vahşi kadın düşmanlığını fark etmelerinin, onlara acı verdiğini ve bunun birçok kadının feminizme direnmesinin bir sebebi olduğunu savunur. Bu kadınlar, toplumsal yapıyı değiştirmeye çalışmak yerine, ona uyum sağlayarak kendilerini korumaya çalışır.  Fakat her zaman, “en alttaki” kadınlar özgürleşene kadar hiçbirimizin özgürleşmiş sayılamayacağını savunur, feminist hareketin bireysel özgürlükten çok kolektif bir özgürlüğe odaklanması gerektiğini söyler.

Kadınlar olarak, özür dilemeden, içinde yaşadığımız dünya hakkında konuştuğumuzda kuduzmuşuz gibi açıkça kınanmamız genelde işe yarayan bir tehdit tekniğidir. Erkekler çoğu zaman kadınların sözlerine—konuşma olsun, yazma olsun—sanki şiddet eylemiymiş gibi tepki verirler; hatta erkekler kadınların sözlerine direkt şiddetle tepki verirler. Bu yüzden sesimizi alçaltırız. Kadınlar fısıldar. Kadınlar özür diler. Kadınlar çenesini tutar. Kadınlar olarak bildiklerimizi önemsizleştiririz. Kadınlar büzülür. Kadınlar geri çekilir. Birçok kadının, hiçbir tehdidin boş olmadığını bilecek kadar erkeklerden baskı görme tecrübesi—kontrol, şiddet, aşağılama, hakaret— vardır.

Dworkin’in toplumun cinsel şiddet mağdurlarına inanma konusunda isteksizliğini ve bunun etik sonuçlarını hakkında yazmış, mağdurlara zarar veren ve onları susturan ataerkil yapılara odaklanmıştı. Hayattayken Guardian'da yayınlanan bir makalesinde 52 yaşında, Paris'te kaldığı otelde kendisine tecavüz edilmesinden bahsetmiş, ve bu olayın ardından, doktorlar, eşi, medya ve köşe yazarları Dworkin’in anlatısını ve güvenilirliğini sorgulamıştı. Dworkin'in Scapegoat isimli kitabının yayınlandığı gün Catherine Bennett, Dworkin'in asla tecavüze uğramadığını, kitabının reklamını yapmak için uydurduğunu söyleyen bir makale yayınladı, başka bir yazar Julia Gracen ise Dworkin'in yazdıklarını yayınlamayı reddederek Dworkin'in aslında yaşadığı şeyin mental hastalıkla alakalı olduğunu savundu. (Gracen 2000). Dworkin, yaşanan tartışmaların onu kamu hayatından çekilmeye zorladığını söylemiş, yaşadıklarını anlatmasına şüpheyle yaklaşan feministlerin sayısına ilişkin olarak, “Sözde kız kardeşlerim tarafından inanılmamak dayanılmazdı,” demişti.

Paris'te yaşadıkları hakkında yazdığı makalesi ''Ölmeye hazırım.'' cümlesi ile bitiyor, ve 5 yıl sonra babasının ölümü ve hastaneye yatışıyla aynı dönemde ortaya çıkan bir kemik hastalığı nedeniyle hayatını kaybediyor. Senelerce medyada nefret dolu bir insan olarak lanse edilse de, istediği şey nefretsiz bir dünyaydı aslında. Yaptığı işlere devam ederken nasıl akıl sağlığını koruduğunu sorulduğunda “Kadınların hikayelerini kalbimde taşıyorum” demişti: “Beni harekete geçiriyorlar ve yapılması gerekenlere odaklanmamı sağlıyorlar.” [Full yazı.]

Keşke hayatını adadığı kadınların özgür kalması yolunda şimdi birçok kadının savaştığını, ve sözlerinin etkisini görebilseydi.

''Başka hiçbir insan topluluğu bu kadar esir alınmamış, bu kadar ele geçirilmemiş, özgürlüğe karşı olan anılarından bu kadar mahkum bırakılmamış, kimlik ve kültüründen bu kadar dehşetle soyulmamış, bir grup olarak bu kadar iftiraya uğramamış, günlük yaşamın bir işlevi olarak bu kadar küçümsenmemiş ve aşağılanmamıştır. Ve yine de, kör bir şekilde devam ediyoruz ve defalarca soruyoruz: "Onlar için ne yapabiliriz?" Artık, "Şimdi onlar bizim için ne yapmalı?" erkeklerle yapılacak herhangi bir siyasi diyalogun ilk sorusu olmalıdır.''