Arctic Monkeys Şarkılarında Basitin Derin Sunumu

Basiti anlatmak zordur ama Arctic Monkeys için bu öyle değil.

Bir domino taşının bir sonraki taşı devirmesi, bir kelebeğin kanat çırpışı ile oluşan esinti ya da bir yağmur damlasının düştüğü noktada oluşturduğu küçük su birikintisi… Hayatın akışındaki küçük nedenlerin doğurduğu büyük sonuçlar.

Hikâyeye farklı bir yerden girsem de bahsedeceğim şeyin başlangıcı da buna benziyor. İngiltere’nin Sheffield şehrinde, takvimler 2001 Noel’ini gösterirken iki yakın arkadaş olan Alex Turner ve Jamie Cook’a aileleri tarafından birer gitar hediye ediliyor. Matt Helders ve yerini bir süre sonra Nick O'Malley’e bırakacak olan Andy Nicholson’un katılımıyla grup kurulmuş oluyor.

Şimdi dönüp baktığımızda o 2001 Noel gecesinde edilen hediyelere bir teşekkürü de biz etmeliyiz. Bu güzel grubun kendisi kadar güzel birçok şarkısı var. Ve çoğunun da söz yazarı grubun frontman’i Alex Turner. 2005’ten bu yana bize sundukları şarkılara bakarsak ne kadar akıllıca bir tavırla basit olanı derinleştiren hikâyeler anlattığını görebiliriz.

Müzik dışında düşünelim, edebiyatta da bu böyle değil midir? Edebiyat bize mütemadiyen olmayanı gösterme çabasında değildir. Aksine her daim gözümüzün önünde olan “basitliğin” içindeki derinliği kavratır.

İşte size Alex Turner’ın o eşsiz ve bir o kadar olanı olduğu gibi anlattığı hikâyeler:

1.  Love is a Laserquest

Şarkıda bahse konu olan kızımız gençliğinin verdiği acımasızlıkla karşısına çıkan kalpleri bir oyundaymışçasına vurup geçiyor. Aşığın ve birçok kişinin hiçbir zaman unutamayacağı cinsten birisi bu. Anlatıcı bununla başa çıkmak için ise kendisine onun anlamı olmayan bir kaçamak olduğunu söylüyor.

“When I'm pipe and slippers and rocking chair

Singing dreadful songs about summer

Will I've found a better method of pretending you were just some lover?”

Yaşlandığında, sallanan sandalyesinde onu düşünürken dahi üstesinden gelmenin daha iyi bir yolunu bulup bulamayacağını sorgulaması ise bize bunu başaramadığını gösteriyor belki de. 


2.  No Buses

AM albümünün belki de en sevdiğim şarkısı bu olabilir. Ne kadar doğru ve gerekli olduğu tartışılır bir bakış açısıyla bu şarkının sözlerini her yöne çekebiliriz diye düşünüyorum.

Siz sadece "o" otobüsü beklersiniz ama aynı anda durağa 24 tanesi gelir. Seçenekler arasında kaybolurken sırf herkes yapıyor diye kendinizi zorunda hissedip birden fazlasını ya da o asla sahip olamayacağınızı bildiğinizi elde etmek istersiniz ve günün sonunda bütün fırsatlar yok olurken elinizde hiçbir şey kalmaz, ihtiyacınız olan "o" tek doğru seçenek bile...

"An ache in your soul it's everybody's goal

To get what they can't have

That's why you're after her and that's why she's after him

But saying it won't change a thing"


3. Fireside

Bu şarkının anlamı iki olasılık üzerine de olabilir. Bitmekte olan bir aşk ya da hiç başlama fırsatı bulamamış, fitili alevlenmemiş bir aşk. Her iki türlüsünde de aşık, sevdiği kişiyi aklından çıkaramıyor ve karar vermekte zorlanıyor:

“I'm not sure if I should show you what I've found

Has it gone for good? Or is it coming back around?

Isn't it hard to make up your mind?

When you're losing and your fuse is fireside”

İkilinin anıları kafasındaki o otel odasında uzun süre yer tutmuş fakat ne kadar sonsuza dek orada kalacağına inanmış da olsa veda zamanının geldiğini anlıyor:

"Like in my heart there's that hotel suite and you lived there so long,

It's kinda strange now you're gone”


4.  Joining the Dots

İşte metaforlarla dolu bir şarkı. Ne Turner’ın ne de bir başkasının aldatılmış olmasını dilemeyiz ama bu şarkının hikâyesinde yanan bir kişi olduğu belli ne yazık ki.

“Pull the wool over the gullible for no reason

You are all I have these days, shake it up and run away

With the night squabbling behind you”

Bahsi geçen sevgili, aşığa sahip olduğu tek şeyin/kişinin o olduğunu söylüyor ama bu ancak “enayilerin” inanacağı türden bir söylem. Söylenen sözlerden yağan yağmura kadar her şey kötü bir duruma işaret ederken anlatıcı, umutsuzca bir kez olsun kelebeğin ışığı kovalamasını değil de ışığın kelebeğin peşinden gitmesini diliyor. Çünkü kelebekler daima ışığa doğru uçarlar. Işık burada aşık olunan kişiyi simgelerken kelebek ise bizim yanan aşığımızı simgeliyor:

“Can't the flame come up to the moth for a change?”