Bilinmezlik
Evrenin esrarı ve gerçek
Dünya milyonlarca yıldır insan oğlunu ağrılıyor üstünde. Öyle ki hala keşfedilmeyi bekleyen sıralar bezeli hala. Evren desen o karanlığın altında. Geçmiş, gelecek her şey bir bilinmezliğin içinde ve keşfedilmeyi bekliyor.
Sonsuz evrenin sonsuz sıraları içinde yaşıyoruz. Bir yandan geleceğin inşasına bir yandan tuğlalar bezerken bir yandan geçmişin duvarlarını kırıyoruz, bir yandan da dünyayı keşfederken diğer yandan evren denilen sonsuzluğa ışık tutuyoruz. Ve bunların hepsinin ortak noktası bilinmezliği. Öyle ya sanki hayat yaşanacakların, yaşanmışların, var olanın ve ötesinin üzerine örtüler örtmüş bizden de tek tek kaldırmamızı bekliyor. Bu bir bulmaca gibi sürekli devam eden bir oyun sanki. Bizler var olan gerçeği sürekli yeniden yazıyoruz. Bilinenin ötesine geçerken yeniden şekil alıyor doğrular. Ya kendimizi tastikliyoruz ya da kendimizi yanıltma peşindeyiz. Bizden öncekiler de biz de ve ötesi de bu sıraların elçileri olacak. Hayatın sırlarını duyuracak bütün evrene. Ama bu sonu gelmeyecek oyunda en son sır bize zaten verilen bir bilgi olacak: Kıyamet.
O ki bütün bu karanlığın, bilinmezliğin de kıyameti olacak. Artık ne sır kalacak geride, ne bir karanlık. Bilmenin de bir önemi kalmayacak, bilgisizliğinde. Ama o zamana kadar da biz hep uğraşacağız daha fazlası için. Bizden öncelikler için, bizden sonrakiler için, hayat için, kendi mahvettiklerimizi düzeltmek için hepsi için tekrar ve tekrar uğraşacağız. Biz uğraştıkça doğrular da yeniden değişecek. İşte o zaman anlayacağız ki "doğru" dediğimiz o kavram anla alakalı bir şey. Doğru ve gerçek zamanla tanımları değişen bilimezliğin esiri aslında.
Bilinmezlik bütün kaderin esrarı aslında. Biz de bu esrarın sarhoşlarıyız. Onu takip eder, ona ulaşmak için çabalarız. Bu gizemli oyunun değişmeyen tek gerçeği ise bilinmezliğin sonsuzluğu.