Bir Garip Orhan Veli

Sırtında bir ceketi bile olmayan adamın hayatı.

PTT’nin mütevazı memuru, Nahit Hanım’ın derin sevdalısı, Tercüme Bürosu'nun titiz çevirmeni, Türk şiirinde devrim yaratan Garip akımının Orhan’ı... Orhan Veli Kanık, şiir dünyasında sıradan insanları ve gündelik yaşamı bir sanat nesnesi hâline getiren bir öncüydü. Orhan Veli, İstanbul’un sokaklarında gezinen, basitliğin ardındaki derinliği görebilen ve bu derinliği en yalın ifadelerle anlatabilen nadir şairlerden biriydi.

Şair, 13 Nisan 1914’de İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Veli Efendinin işi sebebiyle Ankara’da büyüdü. Asıl ismi Ahmet Orhan olan şairin babasının adı Veli olduğu için, sanatçı Soyadı Kanunu’ndan önce Orhan Veli olarak tanındı. Fakat onu edebiyat tarihinde ölümsüzleştiren şey, kişisel hikâyesinden çok, şiire getirdiği devrimci yaklaşımdı.

1930’lu yılların sonunda Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat ile bir araya gelerek Türk şiirini derinden sarsacak bir hareket başlattılar: Garip Akımı. Geleneksel şiir anlayışına karşı çıkan bu üç genç, şiirde ağır süslemeleri reddederek, sade ve anlaşılır bir dil kullanmayı amaçladı. Şiirin, halkın her kesimine hitap etmesi gerektiğine inanıyorlardı. O güne kadar alışılmış olan vezin ve kafiyeyi geride bırakıyor, sıradan insanların hayatını, gündelik dilin ritmiyle şiire taşıyorlardı.

Orhan Veli’nin bu yeni şiir anlayışı, halkı ve sıradanlığı kutsayan, hayatın basit detaylarına şiirsel bir gözle bakan bir devrimin öncüsü oldu. Onun kaleminde vapur sesleri, sokak satıcıları, Boğaziçi’ndeki çay bahçeleri, insanların gündelik hayatına dair küçük detaylar büyük bir anlam kazanıyordu.

Orhan Veli ve arkadaşları, Garip Akımı ile sadece Türk şiirine yeni bir soluk getirmediler; aynı zamanda bir halk hareketi başlattılar. Şiiri, saraylardan sokaklara, okumuş sınıflardan geniş halk yığınlarına indirdiler.

Orhan Veli’nin kalbindeki en derin yerlerden birine dokunan, şiirlerine esin kaynağı olan Nahit Hanım, onun hayatında bir gizem ve tutkunun simgesi olarak yer aldı. Onunla olan ilişkisi, her satırında bir özlem, bir kavuşamama duygusu taşıyan zarif bir aşk hikâyesiydi. Bunu Nahit Hanıma yazdığı mektupları okuduğumda iyice anladım. Şiir yazdıkça Nahit Hanıma atıyor, cebindeki bir kuruşla ceket almak yerine mektup göndermeye uğraşıyordu. Fakat karşısında onu anlamaya çalışmayan bir insanın oluşu, Orhan Veliyi zorlayan bir şey haline geldi. Belki de bu nedenle Orhan Veli’nin şiirlerinde sonsuz bir içsel arayış ve duygu yoğunluğu hiç eksik olmadı.

Ve bir sabah sessiz sedasız ayrıldı bu dünyadan. Ankara’nın o eski kaldırımlarında açılan bir çukura düştü. Beyninde sessizce büyüyen bir kanama, Orhan Veli’yi, 36 yaşında hayattan kopardı. İşte bir garip Orhan Veli sırtında bir ceket bile olmadan bu hayattan apar topar gitti. Bize de ondan kalan bu satırları tekrar tekrar okumak kaldı.

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu Bu derde düşmeden önce. Bir yer var, biliyorum; Her şeyi söylemek mümkün; Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; Anlatamıyorum.