Bir Kadının Düşünce Alanı
Carrie Bradshaw ve Woolf’un İzinde
Okuma yazmayı öğrendiğim ilk günden beri kitaplara ve kelimelere büyük bir tutkuyla bağlıyım. Ancak, uzun bir süre boyunca kelimelerle kendi düzenimi kurmayı başaramamıştım. Yine de, beni her zaman edebiyatın kollarına savuran bir rüzgar vardı. Anlaşılmak, belki de hepimizin en büyük arzularından biridir. Şimdi geriye dönüp baktığımda, en büyük çabamın bu yönde olduğunu daha net görebiliyorum.
İletişim kurmak her zaman önceliğim oldu; karşı tarafı anlamak, kendimi haklı çıkarmaktan daha önemliydi. Hislere ve anlamaya olan ilgim, hayatımdaki ilişkileri şekillendirdi. Ben de hep bu derinliği arayan insanları çevremde ağırladım.
Sex and the City dizisini izleyenler bilir; baş karakter Carrie Bradshaw’ı her zaman penceresinin önünde, kendi düşüncelerini bir köşe yazısına dökerken hatırlarız. Tek başına yaşadığı evinde, özgürce yazılarını kaleme aldığı o sahneler, aklıma Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda adlı eserini getiriyor.
Woolf’un en ünlü eserinde, ‘’Kendine Ait Bir Oda’’, metaforu olan kadının yaratıcı üretkenliği ve bağımsızlığı Carrie’nin kendi evinde, sessiz alanında yazılarını üretirken, bu metaforun modern bir yansımasını gösteriyor. Woolf’un savunduğu gibi, kadınlar ancak kendilerine ait bir alanda, özgür düşüncelerini ifade edebilir ve gerçek anlamda yaratıcı olabilirler. Carrie’nin aklımızda kalan o pencere önü sahnesi, Woolf’un bahsettiği o odayı somutlaştırır. Bir kadının düşüncelerini, kaygılarını, arzularını dile getirdiği, kendi sınırlarını belirlediği alana sen de sahip misin?
Tabii ki Woolf’un dediği gibi, oda sadece fiziksel bir mekan değil, aynı zamanda bir zihinsel alanı da simgeler. Carrie’nin yazma süreci, bu odanın bir yansıması; yazdıkça kendine daha fazla ait olur, yazdıkça özgürleşir. Benim kendime ait olma sürecim de özgürleşmem de böylece bu oda ile hız kazandı.