Bir küçük Abbas meselesi
Babaannenin masalından, emir erinin şiirinin yaratılışının kısa bir hikayesi.
Hayatımda ödev olmadığı halde ilk ezberlediğim şiir Cahit Sıtkı’nın Abbas şiiridir. Kaç yaşında olduğumu hatırlamıyorum ama sanırım ortaokuldaydım. Babam ağzında mırıldanırken duymuştum ilk birkaç dizesini. Niyeyse çok hoşuma gitmişti ve şiiirin tamamını okuyunca daha çok sevdim. Okuya okuya ezberlemiş oldum. Çok hoş bir tat bırakmıştı aklımda, bir filmden alınmış gibi sahneler canlanıyordu kafamda okurken. Fakat Abbas kimdir, niye çilingir sofrası kurar, sihirli seccadeye niçin kırbaç vurur, hiç düşünmedim. Yıllarca ezberimde tuttuğum ve bazen yanımdaki birine hareket etmemiz gerektiğini söylemek için ilk dizelerini zikrettiğim bir şiir olarak aklımın bir köşesinde yaşadı.
Şairin biraz soluk bir fotoğrafını arka plan yapıp önünde şiirlerin yazdığı gönderiler paylaşan Instagram sayfaları vardır, bildiniz onları. Saatlerdir keşfet bölümünde vakit geçirdiğim bir sırada o sayfaların gönderilerinin birinde tesadüfen karşıma çıktı Abbas. Yorumlarda da birisi bu şiirin çok güzel bir hikayesi olduğuna dair bir cümle yazmış. Bu sayede, Abbas’ın hikayesini yıllar sonra merak edip araştırayım demiştim.
Cahit Sıtkı, eğitim için Fransa’da olduğu sırada II. Dünya Savaşı patlak verir ve yurda dönmek zorunda kalır. Dönünce askere alınıR, 1941 yılında Edremit-Ilıca, Sahil Muhafaza Taburu'nda yedek subay olarak askerliğe başlar. Şiirin ismi olan Abbas’la burada karşılaşıyor. Abbas, çolak, çürüğe ayrılmış bir emir eri. Cahit Sıtkı Abbas’ın suretini görmeden onun ismiyle tanışıyor önce. Emir erini seçmek için künye defterine bakarken görüyor ismini: Abbas oğlu Abbas. Öncesi hikaye, sonrası şiir bir rastlantı bu Cahit Sıtkı için.
Büyükannesinin ona çocukken anlattığı bir hikayeyi anımsamış Abbas ismini görünce. Bunu ve şiirin hikayesini anlatışını 1944 senesinde Cumhuriyet gazetesinde yazdığı bir yazısında görebiliriz.
“Vaktiyle, bilmem ne memlekette hüküm süren bir padişahın oğlu, ancak rüyada gördüğü servi boylu, sırma saçlı, mavi gözlü, son derece dilber bir kıza âşık olur ve sevgilisini bulmak ümidiyle yollara düşer. Bütün aşk masallarında olduğu gibi başına bir sürü felaketler gelecektir, pek tabii değil mi? Aşk demek imtihan demektir. Ancak serden geçip yardan geçmeyen muradına nail olur. Bereket versin, daha ilk adımı bizim sevdalı şehzadeye uğurlu gelir. Bir kuyunun yanından geçerken, takatten düşmüş, ak saçlı bir ninenin kuyudan su çekmeye uğraştığını görünce dayanamaz, koşar, ninenin suyunu çeker. Buna son derece memnun kalan kadıncağız, şehzadenin sırtını okşar ve saçından kopardığı iki teli ona vererek der ki: Oğlum, başın darda kaldığı zaman bu iki kılı birbirine çakarsın; bir dudağı yerde, bir dudağı gökte bir Arap çıkar karşına! Korkmayasın. Adı Abbas’tır. Karnın mı acıkmış; Abbas, demen kafi. Derhal sana mükellef bir sofra kurar. Yırtıcı hayvanlar arasında mı kaldın? Abbas’tan başka kimse kurtaramaz seni. Uykusuz gecelerde yârin hicranı ile mi yanıyorsun? Abbas ne güne duruyor? Sevgilini ne kadar uzakta olursa olsun, alıp getirir seni şad eder. Bu iki kılı iyi muhafaza et oğlum. Onlar sayesinde selamete çıkacaksın.”
Yazının devamında Abbas’ı niye emrine aldığını da anlatır: “Bölüğü içtima ettirip gözüme kestirdiğimi seçmeye gönlüm razı olmadı. Bölük yazıcısından künye defterini istedim. Şu Anadolu’muz ne zengin memleket yarabbi! Pötürgeli Hasanlar, Aksekili Ömerler, Akçaabatlı Hakkılar, Malatyalı Osmanlar, Erzincanlı Mehmetler, neler de neler! Kim bilir, bu Anadolu uşaklarının her birinde ne cevherler vardır! Yaprakları çevirmeye devam ederken, Abbas oğlu Abbas ismi gözüme ilişti. Durdum, bu sahifeye daha muhabbetle eğildim. 331 doğumlu, Midyat’ın Cobin köyünden. Masaldaki Abbas aklıma geldi. İçimden: ‘Acaba?’ dedim ve kendi kendime gülümsedim. Vakit öğleydi. Bölük talimden dönmüş olmalıydı. Nöbetçi çavuşu çağırttım, yemekten sonra, Abbas oğlu Abbas’ı bana göndermesini tembih ettim.”
Abbas Cahit Sıtkı’nın emrine girer, ve onun evinin altına taşınır. Her sabah erken kalkıp komutanının her türlü ihityacını gidermeye çalışır. Sonra sonra birer ahbap olurlar birbirilerine. Cahit Sıtkı fırsat buldukça Abbas’la dertleşirmiş. Bazı akşamlar sofra kurup mezeleri ve rakıyı hazır edermiş Abbas. Beşiktaşlı sevgilisi de bu sofraların birinde otururken düşermiş Cahit Sıtkı’nın aklına. Gençliğini hayal ettirirmiş ona, çok uzak bir geçmişi, hiç gelmeyecek bir şimdiyi. Her işini gören emir eri Abbas’ın, hikayedeki Abbas gibi ona sevgilisini getireceğini düşlermiş, Abbas da ona sevgilisini alıp getireceğini söylemiş, Cahit Sıtkı bu sözler karşısında çok duygulanmış.
Günlerden bir gün, bir ağacın altında Abbas tarafından kurulmuş rakı sofrasında hem yer hem içer hem de sohbet ederlerken bu şiiri okuduğu söylenir Cahit Sıtkı’nın.
Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana.
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan…
Abbas’ın hikayesi böyleymiş. Bana hissettirdiği gibiymiş, film sahnesi değilmiş belki ama bir hikayeden çıkan başka bir hikayeymiş.