Bir Tuhaf Hiçlik
Bir kuşağın kaybolmuşluğunda, aidiyet ve varoluş sancılarıyla yüzleşme.
Merhaba Sevgili Okur, ne x ne de y kuşağına ait hissetmiyor ve yirmili yaşlarınızdaysanız problem sadece sizde mi?
Bugün sosyolog kimliğimin tüm kuramsal çerçevelerini ve konuya dair tüm mesnetleri bir kenara bırakarak öznel deneyimlerimden bahsedeceğim, en azından yalnız olup olmadığımı anlamak adına. Tüm hissettiğim, fark ettiğim; rahatsız olduğum, kolektif hayata dair tecrübelerim, eğer; ortak bir deneyimin uzantısıysa bunu böylelikle fark etmemiz hem özsel acılarımızı dindirecek hem de yeni bir kuramsal çerçevenin oluşmasını belki sağlayacaktır.
Öyleyse sosyal anksiyetelerinizi, nefes darlıklarınızı, to do listlerinizi, kalp kırıklıklarınızı, demir eksikliklerinizi ve en önemlisi dikkat dağınıklıklarınızı bir kenara bırakın ve işte tam da şu an kendinizi düşünmeye başlayın, yani ‘overthink’ vakti dostlarım!
Problem nedir?
Bunu yalnızca ben mi yaşıyorum?
Ama bu haksızlık!
Neden mutlu değilim?
Yeterince ‘iyi’ miyim?
Tüm bu soruların hepsi aynı ortak hisleri uyandırmakta ve aynı ses tonuyla hemen her gün hepimize seslenmekte.
Artık ne bu seslere ne de aşina olduğumuz tanıdık seslere tahammülümüz yok, ya da ne duymak istediğimizi bilmiyoruz.
Alternatif psikoloji terapilerinin arttığı, süper-uzay modern dönemimizde bilimle ve tıpla aramıza giren güvensizlik, hayatımıza tekrar sızan bu boşluğun kılcal damarlarından şarlatanları da getirdi.
E, Ülkerciğim söyle o zaman nedir?
Varoluşsal sancılarımın arttığı çok eski olmayan yakın bir geçmişte danıştığım sevgili psikolog ve psikiyatrist uzmanların tavsiyeleriyle birçok alternatif psikoloji kitapları ya da ‘kişisel gelişim’ kitaplarını ve aynı zamanda uzmanlardan aldığım bir torba sıfatı çantama doldurdum ve evime geldim. Kitapları karıştırdım, iyilik niyetlerini okudum e, yeri geldi testlerini çözdüm, çünkü böylesi daha interaktif ve kontrol edilebilir kılıyor durumu, dürüst olmak gerekirse bir yandan da daha rahatlatıcı. Hıçkırıklı ağlamalarım ve kendime acıma seansım bitince düşündüm.
Bir tek sen misin, biricik misin?
Kaygıların ve sancıların yerli yerinde dursa da onunla yaşamayı mı öğrensen?
Bu didaktik ve bir yanıyla da tasavvufi sorgulamanın ardından her şeyin çokta öyle olmadığını kolektif yaşama devam etmeye çalışırken öğrendim.
İnanın bazen davranışlarınızın kimle ve nasıl yönlendirildiğini anlamadan yaşamaya çalışıyorsunuz.
Mesela, canınız sıkkın ya da o gün iyi uyanmadınız ya da ya da felaket bir enkazın altındasınız, fakat orada olmanız gerekiyor. Peki, bunu marketteki kasiyere belli etmemek için gülmüyor musunuz? Tamam kasiyer çok dışarıda kaldı evet tam anlamadık. Eğer ailenizle yaşıyorsanız ne yapıyorsunuz? Tabii ki gülümseyin bu size çok yakışıyor ama kaç kişi gerçek olup olmadığını biliyor? Böyle şeyleri düşünmek çok can sıkıcı ama yaşadığınızı hissetmeye hakkınız var, bence olmalı.
Düşünce şeklimizi otomatik vitesten manuele geçirdiysek devam edelim ama vites değiştirirken lütfen vitese bakmayın, gözünüz hep yolda, yolunuzda olsun.
Alternatif psikoloji demiştim, kitapları okudum. Kendimce içsel huzuru bulabileceğim rutinler oluşturdum, çakralarımın temizliğinden, auramın renginden ve evrene gönderdiğim enerjilerden emin oldum. Çokta şaşırtmayan bir sonuçla karşılaştım, işe yaramadı.
Tam da bu noktada kafamı kaldırdım ve etrafa bakmaya başladım.
Toplum nasıl?
İçinde bulunduğum küçük grup nasıl?
Son olaraksa akranlarım nasıl?
Yine çok aşamalı bu soru sarmalımı cevaplamak çok basit ilerliyordu, ta ki; akranlarım nasıla cevap aramaya başlayana dek.
Evet, kabul ediyorum sürekli bir mutluluk söz konusu değil, bunu talep etmekte çok büyük ahmaklık. Mutluluk, yol; süreç, merdiven ve aşamalı olan her şeye benzetilebilen bir ‘olgu’ ve olgular bizle var olup bizle yok olan şeylerdir muhakkak.
Sıkışmışlık ve yalnızlık (duygu demekten özellikle kaçınıyorum) olgudan ziyade tecrübe edilen ve tecrübe edildiği de her halinden belli olunan anlaşılması yaşamasından daha da güç, içsel yolculuk biçimi.
Sıkıştınız, bir şeyler var ve bir şeyler yok. İstediniz, çabaladınız, olmadı üstüne üstlük başkası istemedi ve çabalamadı da ama ‘o’ oldu.
Beceremedin mi?
Yeteneklerin mi zayıf?
Kendini düzenlediğin onlara göre disipline ettiğin çevrene bunları anlatıp biraz teselli olamaz mıydın? Her şeyin onlara göre elbette sana destek olacaklardır.
E, olmadı!
Yalnız hissediyorsun, arkadaşlarınla bir şeyler mi yapsan?
Ah! Pardon. Hangisi evlendi?
Yeni mi düğünü oldu?
Yurtdışına mı taşınmış?
İş bulmuş, çalışıyordu değil mi?
Yeni de mezun oldun planların neydi senin?
Yaşamak, tüm bir bedeni iskeletiyle taşımaktan ibaret olsa keşke. Ama biliyoruz ki, yaşam ve insanlar daha komplike. Biz de ‘bir yerde’ değil ‘her yerde’ olunca iyice bocaladık. Şu özeleştiri düğmeni içeriden bir kapatsan yaparsın aslında ya da yok mu bir amcan dayın sana arka çıksın?
Vah yazık!
Tüm kurallara uydunuz, örnek bir genç oldunuz, her şeye yettiniz ve yetiştiniz ama kendinize yetişemediniz. Tebrikler!
Hayat yolunuz artık yola başladığınız kadar net değil, kalp kırıklıklarınızı; umutsuz yalnızlıklarınızı, yüksek ihtimalle koca bir eğitim hayatınızı, bağımlılıklarınız, bağlılıklarınızı, doğru ve yanlışlarınızı bazen isteyerek çoğu zamansa istemeden oluşturdunuz. İleriki zamanlarda artan yaşın etkisiyle beraber bunlara prensip diyeceğiz ama şu an pek ‘havalı’ değiller. Kendi yolunuza özellikle seçip koyduğunuz bu taşlarla ne yapacağınız size kalmış demek isterdim ama insanın, ‘yaşayan insanın’ pek bir şey yapası gelmiyor.
Şunu söylemeliyim ki, bence; insan, üzüntüleri ve yanlışları kadar vardır. Bunca zaman nasıl olmam gerektiği hakkında, özellikle yakın çevremden, bir sürü hayat, yer yer ahlak dersleri aldım. Eğer, herkesin bir tane hayat yaşadığını kabul ediyor ve bu varsayım üzerinden devam ediyorsak ve ayrıca zaman tecrübeyle de doğru orantılı değilse herkesin kendi hayatını yaşayabilme en azından düşünebilme hakkının anayasa mahkemesinin ilk dört maddesine eklenmesi gerektiğini hatta ve hatta yaşam piramitinde de kendine yer bulması gerekliliğini savunuyorum.
İçerisinde bulunduğum toplumun ve çevremin tüm anlayış, anlatış ve yaşayışlarına saygı duymaya hala gayret ediyorum. Ancak, kendimce yalnız karar verdiğim her durum her davranış ve duygu için gurur duyuyorum. Bazen ağlayabilmek ağır gelebilir bazen yaşamak ağır gelebilir. Çıktığınız bu yolda sonun net olmadığından kaygı sahibi olduğunuzu söylemiştim. Bu tamamıyla yanlış, kaygıya sebep olan yakın adımlarınızı bilememek. Çünkü, son başlangıç gibidir.
Duygusal ve romantik sancıları konuşmaktan imtina ettiğim bu zihinsel akış yazımda fark ediyorum ki ‘bazı’ şeyler konuşulmamaya mahkum. Ama şunu söylemeliyim ki, içsel yolculuğunuzda yalnız ve çaresiz değilsiniz. Bazen her şey karanlık olabilir, işte o zamanlarda yanmaktan korkmayın. Üzülmeyi, neden var olduğunuzu, ne aradığınızı fark etmek sondan bir önceki adımı, en kötü ihtimalle, gösterecektir.
Kendinize el uzatmayı, ağlamaktan utanmamayı en önemlisi de her şeyi kontrol edemeyeceğinizi öğrenmeniz güç, evet. Ama öğrenmelisiniz.
Mazhar Alanson’un dediği gibi:
"Bazen kendi kendime konuşurum
Ne yapmam gerektiğini sorarım, ah bu ben."
Sizlere seslendiğim bu yazımda bana yardımcı olmayı unutmayın, sosyolog kimliğimi yeniden devralıyorum ve sizlere bir ‘duyusal kuşak çatışması çalışması’ için mektup yolluyorum. Düşüncelerinizi ve tecrübelerinizi benimle paylaşabilirsiniz.