Boncuk Oyunu Kitap İncelemesi
Kastalya’nın Apolitik Dünyası
Hermann Hesse’nin Boncuk Oyunu, yalnızca bir ütopya ya da entelektüel bir rüya değil aynı zamanda modern dünyanın toplumsal yapıları üzerine incelikle dokunmuş bir alegori. Kitap boyunca kahramanın yaşam öyküsünü okuruz. Hayatına dokunan anlara şahit olur, karakteri başka kişilerin ağzından dinleriz.
Bu anlatım biçimi Josef Knecht’in çevresindeki insanların gözünden nasıl algılandığını da görmemizi sağlar. Kastalya’nın disiplinli ve entelektüel atmosferinde yetişen Knecht, kendisine biçilen rolü ve toplumunun beklentilerini içselleştirirken, zamanla bunları sorgulamaya başlar. Magister Ludi unvanını taşıdığı sürece Kastalya'nın ayrılmaz bir parçası gibi görünse de derinlerde bir huzursuzluk hisseder. Oyunların, ritüellerin ve soyut bilgeliğin ötesinde gerçek hayatın ve toplumun dinamikleriyle yüzleşmek gerektiğini fark eder.
Bu noktada Knecht’in istifa mektubu bireysel bir karar değil, sistemin içindeki çürümenin bir ifşası niteliğindedir. O, Kastalya’nın entelektüel hapsinden çıkmaya çalışırken yalnızca kendisi için değil, tüm toplum için bir uyanış çağrısı yapmar. Bilginin salt bir oyun haline gelmesi ve yaşamdan kopuk olması onun en büyük eleştirisidir. Knecht, düşüncenin yalnızca düşünce olarak kalmaması ve topluma hizmet etmesi gerektiğini savunarak bu sistemden ayrılır... Kitabın buraya kadar genel bir özetini aktardıktan sonra, incelememi beni en çok etkileyen bölüme, yani Knecht’in istifa mektubu üzerine yoğunlaşarak sürdüreceğim.
"Dehşetin ve alabildiğine koyu bir sefaletin egemen olduğu zamanlar ileride çıkıp gelebilir. Sefalet durumunda bile yaşanabilecek bir mutluluk varsa, manevi mutluluktur bu; geçmiş dönemin kültürünü kurtarmak için bir yüzüyle geriye dönük, tümüyle maddeye yenik düşebilecek bir dönemde kültürün neşeyle ve yılmadan temsilciliğini yapmak için öbür yüzüyle ileriye dönük bir mutluluktur." - Peder Jacobs (Boncuk Oyunu syf 335)
Bu sözler Josef Knecht’in en kıymetli akıl hocalarından biri olan Peder Jacobs’a ait ve aynı zamanda Knecht’in istifa mektubunu sonlandırdığı ifadelerdir. Bu cümleler geçmişi sahiplenmenin yalnızca bir nostalji unsuru olmadığını, aynı zamanda geleceği inşa edebilmenin temel koşulu olduğunu bizlere hatırlatır. Peder Jacobs tam anlamıyla bir tarih adamıdır. Onun nazarında tarih sadece eski vakaların bir toplamı değil, insanın kim olduğunu ve nereden geldiğini unutmadan yol alabilmesi için elinde taşıması gereken bir pusuladır. Milletler de tıpkı bireyler gibi geçmişlerinden ders almadıkları takdirde sislerin içinde kaybolmaya mahkûmdur. Geçmiş yalnızca bir anılar silsilesi değil, geleceğin sağlam temeller üzerinde yükselmesini sağlayacak bir mirastır.
O yüzden Knecht’in istifa mektubunda bu cümlelere yer vermesi tesadüf değil. O, yalnızca Kastalya’yı değil aynı zamanda entelektüel dünyanın içine düştüğü kısırlığı da sorgulamaktadır. Gerçek bilgi yalnızca bir düşünsel oyun olmaktan çıkıp yaşamla, insanla, toplumla buluştuğunda anlam kazanır. Kültür, yalnızca akademik bir çevrenin duvarları arasında yaşatıldığında değil, halkın içinde yankı bulduğunda ve geçmişin izlerini geleceğe taşıyabildiğinde canlı kalır.
Geçmişini unutan bir bireyin geleceği pusludur. Geçmişini yitiren bir toplum ise kimliğini kaybeder. Tarih bir ibret aynasıdır, ona bakan ders alır, hatalardan kaçınır ve geleceğini daha sağlam bir zeminde inşa eder. Ancak bu aynaya sırtını dönenler aynı hataların girdabına kapılmaya mahkûmdur. Peder Jacobs’un bu sözleri, yalnızca Knecht’in hikâyesinde değil, her çağda yankılanan bir hakikatin ifadesidir: Geleceğini tasarlamak isteyen, önce geçmişine sahip çıkmalıdır.
Magister Ludi olarak bilinen başkahramanımız Josef Knecht’in Kastalya toplumundan ayrılma süreci ve istifa mektubu, sadece bir bireyin değil, bir sistemin, bir ideolojinin ve bir düşünce biçiminin çöküşünü anlatır. Knecht’in bu mektuptaki ifadeleri bizim zamanımıza da seslenir. Kastalya’nın aydın ama iktidarsız halkı içinde yaşadığı dünyanın gerçeklerinden kopmuş, düşüncelerini yalnızca kendi akademik ve sanatsal ritüellerine yöneltmiş, ancak toplumun geri kalanıyla bağ kurmaktan aciz bir sınıftır. Ne yazık ki bu durum, bizim yaşadığımız coğrafyaya da tanıdık gelir. Tabi ne yazık ki entelektüel anlamda değil...
Kastalya’nın elitist ama etkisiz âlimleri büyük bir kültürel ve zihinsel mirası koruma iddiasında olsalar da, bu mirasın halkla olan bağını çoktan kaybetmişlerdir. Onlar için entelektüel uğraşlar bir oyuna dönüşmüştür. Boncuk Oyunu gibi yalnızca zihinsel bir tatmin aracı. Bilgeliğin, gerçek hayata dokunmayan steril bir alan içinde saklanmasının, düşünsel üretimi kısırlaştırdığına ve toplumu gerçeklerden uzaklaştırdığına Knecht, ağır bir farkındalığa varır. İstifa genelgesi işte bu farkındalığın ifadesidir. Knecht, kendisini yetiştiren sistemin büyük bir yanılsama içinde olduğunu görür ve toplumun gerçek meselelerine gözlerini açmaya çağırır. Fakat bu çağrı, Kastalya’nın duvarları arasında yankılanmadan yitip gider.
Bugün bizler de Kastalya’nın sakinlerine benziyor muyuz? Etrafımızda olup bitenlere karşı duyarsız, siyasetten ve toplumsal sorumluluktan uzak, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" anlayışıyla yaşayan bireyler değil miyiz? Toplumun farklı kesimlerini kucaklamayan, kendi iç dünyasında ve akademik çıkarımlarında kaybolan bir entelektüel sınıf ne derece dönüştürücü olabilir? Knecht’in bu sistemden vazgeçişi bir yalnızlaşma değil aksine bir uyanıştır. O, toplumun yalnızca seçkin bir azınlığın entelektüel oyunlarıyla değil, gerçek dünya ile yüzleşerek değişebileceğini fark etmiştir.
Knecht’in gözünden baktığımızda Kastalya yalnızca geçmişin bir fantezisi değil, günümüzün birçok toplumuna da ayna tutan bir yapıdır. Türkiye’de de birçok birey, entelektüel ilgilerini dar bir çevrede sınırlı tutarak bu ilginin toplumsal bir sorumluluk taşıdığını unutabiliyor. Kastalya halkı gibi bir yanda büyük bir bilgi birikimine sahip olup diğer yanda bu bilgiyi bir dönüşüm aracı olarak kullanamayan insanlar toplulukları oluşturuyor. Bilgi, eğer yalnızca akademik camiada bir değer olarak görülüyor ve topluma dokunmuyorsa, gerçek bir güç olmaktan çıkıyor.
Hesse’nin anlatısı yalnızca Knecht’in bireysel serüveniyle değil, entelektüel sınıfın topluma karşı taşıdığı sorumlulukla da ilgilidir. Knecht’in istifa mektubu aynı zamanda bir davettir. Bilgiyi hayata katmak, onu yalnızca bir oyun olmaktan çıkarıp bir eyleme dönüştürmek için bir davet. Kastalya’nın duvarlarının dışına çıkıp, bilginin yalnızca seçkinlere ait olmadığını, halkın içinde, onun sorunlarını anlayarak, toplumun gerçek ihtiyaçları doğrultusunda kullanılması gerektiğini savunan bir davet. Bugün de bu davet entelektüellerin karşısında durmaktadır. Sorunları görmek, onlara karşı durmak ve değişime öncülük etmek mi, yoksa Kastalya gibi steril bir düşünsel dünyada hapsolup kalmak mı?
Josef Knecht’in seçimi bellidir. Peki ya bizim?